29 Ocak 2010 Cuma

Ezgi



Doğduğumda,babaannem tarafından okunmuş kulağıma ezanın nağmesi.Kendi sesimden sonra duyduğum sesmiş rahmetli babaannemin sesi.Ve ismimi fısıldamış;Ezgi…Ezgiler ismimle birlikte dost olmuşlar bana.Su sesi,saat sesi,kapı sesi,çocuk sesi ve bir sürü ses…En çok da evimizdeki müzik sesleri…Babam saz çalıyor,amcam keman çalıyor,teyzemin eşi ney çalıyor.Abim de babamın hediye ettiği orgu çalıyor.Müzik git gide hayatımda yer ediyor.Ne güzel adım varmış diyorum.Adım bana ne çok yakışmış…
Kot eteğimle mahallede yankılanıyor sesim.Şarkı söylemekten bıkmıyorum.Duyduğum müzik hemen kulaklarımda yer ediyor.Halen televizyondaki reklam müziklerine takılı kaldığım gibi.(Okulda “limonataaaa Cappy’den buz gibi annem yapmış gibi limonataaaa”derken müdüre yakalanmıştım.Kendimi kontrol ediyorum artık:)))
Büyüdükçe müzik zevkim git gide büyüyor.Ayrım yapmadan hoşuma gidebilecek her türlü müziği dinliyorum.Alt yapısındaki çalınan enstrümanlar dikkatimi çekiyor.Gün geliyor “Vivaldi” dinlemekten büyük bir haz alıyorum.Bazen hiç de hoşuma gitmeyen bir müzik dilime dolanabiliyor.Ama müzik hayatımdan hiç eksilmiyor…
“Gitar istiyoruuuuuuuuuuuum!” dediğimde babam beni geri çevirdi.Hırçınlaştım,nedenini sormadan küstüm.Bana “seninki sadece bir heves”dedi.”Bu kadar çok istesen çabalarsın,ne yapar eder,amacına ulaşırsın!”dedi.Sonra da dayanamayıp doğum günümde hediye etti gitarı bana…Şuan ne durumda mı?Babam haklı çıktı.Gitarım bir köşede tozlanmış,bırak beniiiii diye isyan ediyor.Bir arkadaşım gitarıyla uyurdu.Karanlıkta saatlerce çalıştığını bilirim,sesi daha iyi algılayabilsin diye…Babam yine haklıydı.Ben sadece dinlemeyi seviyorum.Her ne kadar yan flüt çalmak için diretsem de:)
Sayfamda her yazımla birlikte bir müzik sunuyorum okurlara.Hoşunuza gitmeyen müzikler olabilir elbet.Ama dinlemek istediğim müziği herkes duysun istiyorum.Sayfam melodisiz pek bir sönük sanki değil mi?:)
Konumla alakalı bir film seyrettim bugün.

DELİ DELİ OLMA – KONU:“93 Harbi” sonrasında Çar’ın Rusya’da yaşamasını istemediği Malakan kavminin bir kısmı Kars’a göçe zorlanır. Göç edenler arasında Mişka’nın (Tarık Akan) ailesi de vardır. Filmde Mişka 70’li yaşlardadır. Bir zamanlar köyün değirmenini işleten Mişka, modern makineler çıktıktan sonra, işini yapamamış ve maddi sıkıntıya düşmüştür. Köyün huysuz ihtiyarı Popuç (Şerif Sezer), Mişka’dan nefret eder ve köyde yaşamasını istemez. Köylüler bir zarar görmedikleri hatta sevdikleri kendi halinde, barışçı, yardımsever Mişka ile Popuç arasında kalmışlardır. Popuç, oğlu Şemistan (Levent Tülek), gelini Figan (Zuhal Topal) ve üç torunuyla yaşar. Torunlarından en küçüğü Alma dik başlı, sevecen bir kızdır ve doğuştan iyi bir müzik kulağına sahiptir. Alma’nın öğretmeni Metin, Alma’daki yeteneği fark etmiştir ve kesinlikle değerlendirilmesi gerektiğini düşünür. Alma ve Mişka arasında sıcacık bir dostluk vardır. Metin öğretmenin uğraşları sonucunda Alma konservatuar sınavlarına girer… Mişka hastadır. Köyde Mişka’nın yakında öleceği konuşulur. En sonunda iki yaşlı geçmişlerini sorgularlar ve aralarındaki büyük sır ortaya dökülür."*
Tarık Akan her zaman olduğu gibi yine oyunculuğunu hakkıyla yerine getirmiş bu filmde.Tarık Akan ve Şerif Sezer'in birlikte olmalarının yanı sıra,gençlik hallerini canlandıran karakterlerin çocuklarının olması filme ayrı bir güzellik katıyor.Yönetmen Murat Saraçoğlu bundan önce "120"adlı filminde de büyük başarıya ılaşmıştı.Filmdeki herkes gerçekten çok başarılıydı.Özellikle minik kız çocuğu Alma.Müziğe olan yeteneği,öğretmeni sayesinde geleceğine ışık tutuyor.İçinde hem hüznü hem komediyi barındıran duru bir filmdi bana göre…Seyre değer diye düşünüyorum…
Hayatınızdan melodiler eksik olmasın.Hiç bir melodi canınızı acıtmasın
Ve yüreğinizin iki sesli ezgisini dinlemeyi unutmayınJYaşadığını anımsıyor insan…:)
*Kaynak:www.delideliolma.com

28 Ocak 2010 Perşembe

Babam ve ben


Ben Leyla...Küçük köyün büyük hayallerle dolu kızı…Sarı saçlarım,cılız kollarım,herkese inat değişik bir gülümsemem var.Annem gibi ufak tefek bir kızım işte.Büyüyünce de onun gibi olurum sanırım.Ama ben onun gibi okuma yazma bilmeden yaşamak istemiyorum.Ben onun gibi köyde kalmak istemiyorum.Bilmediğim görmediğim yerler var elbet…Görmek demişken,benim babam kör…Çocuklar her fırsatta yüzüme vuruyorlar.Onlara hırçın baksamda,sen bana aldırma dediğinde gözyaşlarımı tutamıyorum öğretmenim.Senin sözlerin okşasa da yüreğimi,sana açılıveriyor yapraklarım birtek…Sesli ağlayamam gördün işte,eğerim başımı susarak ağlarım ben…
Görmemek mi kötü,cahillik mi?Bunu öğret bana öğretmenim.Babam benim için kör değil ama yaşadığım bir kördüğüm işte.Bak yine koluna girdim getirdim veli toplantısına,sevinçten zıplayıp durdum bilirsin,turkuaz bayramlık eteğimle…Sen konuştun onunla güleryüzle,ben dahada zıpladım sevinçten.Değdi ellerim işte gökyüzüne.Babama “Leyla çok akıllı!”dedin ya,babam gülümsedi,ben dahada gülümsedim işte…Kiminin babası felç,kiminin yok,kiminin var ama varlığı dahi yok…Ben çarpmayı onunla öğrendim.Hatta o yanlış söyledi,gülerek ben düzelttim.Ahırdaki ineklerin ayaklarını sayarak bulduk verdiğin ödevi,fasulyeleri ben saydım o topladı,annem de soframızı hazırladı hep.İşi yok babamın.Vermiyorlar,veremiyorlarmış.Babama iş mi yok dedim.Hikayedeki gibi yazın çalışır,kışın yeriz dedim.Yokluğu hiç hissetmedim,onun gözlerinde biz yok olsakta,ne o yok dedi,ne de hayat yokluk gösterdi…
Dans gösterim vardı ya hani,babam “şiir de okusun güzel kızım”dedi.Sesimi duymak istedi.Şiir de verir misin öğretmenim?
Sahi,güzel gözleri var değil mi babamın?Denizlerden mavi,hatta gökyüzünden bile,görmese de ben onun gözleri olurum.Öğretmen olsam da yine girer koluna dolaştırırım babamı…
Bak öğretmenim pembe botlarımı babam aldı,saçlarımı annem ördü.Her sabah ineği sağıp sütümü içirdi,yumurtamı yedirdi,bu sıcak ekmekler de senin öğretmenim…Ben bir seni bir de ailemi sevdim öğretmenim.Alay edenler büyüsün artık,bana kısa desinler,ama babama bir şey demesinler.Babam duyarsa daha çok üzülür.Ben onun görmeyen gözlerini sevdim öğretmenim.Gözün görmeden sevdiğini babamda öğrendim…
(öğrencimin,zaman içinde bana söylediği sözleri kendimce toparlayarak yazmaya çalıştım,her düşündüğümde boğazımdaki düğümlerle…)

26 Ocak 2010 Salı

Dişsiz de güzelim:P


Konuşurken birbirimizin yüzüne bakarız.Muhatap olduğumuz ise karşımızda değişik tonlarda parıldayan dişlerdir:)Ve ben ne kadar dikkat ettiysem dişlerime,başıma o kadar iş açtım.Örnek verecek olursak bisikleti ellerimi bırakarak sürme deneyiminde dilimin kopmasına ramak kalıp,dişimin zedelenmesine neden oldu.Bir kaç kez ısrarla diş macunu yerine tıraş köpüğünü fırçama sıkan da benim.Evet ben bir garibim:)Diğer maceralarımı anlatıp “yok artık!”dedirtmeyeceğim.Konuya geliyorum:)
Bugün yine bilmem kaç kez gittiğim diş doktoruna bir kere daha gittim.Bu arada ben diş hekimi olmak istemiştim.Kan çekiyor:)))
Ön dişimdeki hafif renklenme beni aşırı rahatsız etmeye başlamıştı.Çözümün,kaplamadan geçeceğini düşünüp oturduk dişçi koltuğuna.Hulusi Kentmen edasında tombiş göbekli doktorla hemen muhabbete başladım.Uzay mekiği gibi görünen mekanı baya bir incelemiş olacağım ki doktorun başımı çevirmesiyle masum kedicik edasına başım yukarda,ışığın kör edici etkisiyle gözüm sıkı sıkı kapalı ve o “Bızzzzz,vıııiiizzzzzzz,zuzuzuzzzzzzzz,fooohşşş”seslerini duymaya hazır vaziyette bekledim.Doktor dişimle baya uğraştı.Bu kadar zarar görmesinin sebebini ise çocukluğuma inerek bulduk.Ben neymişim:))
Koltuktan kalkıp aynaya baktığımda “aaaaaaaaaaaaaaaa”diyesim geldi.Bu çirkin kız ben olamam heralde.Allah’ım bir diş nelere kadirmiş ya dedim.Annem”görüntü kirliliği yapma,kapa ağzını”dese de bakıp bakıp güldüm kendime.Dişim oyulmuş,minicik kalmış.Çok kötü görünüyorum şuan,valla soğudum kendimden:DCumartesi gününe kadar böyle olacakmışım.Yahu birinci sınıflar dişleri olmadığında ne sevimli görünüyorlardı.Ben niye bu kadar çirkinim:)
Okulda olsam kuzucuklar iltifat ederlerdi bana.Herkes dalga geçiyor yahu:))
Bu kendinden geçmiş,tek dişi gitmiş yazımı dişlerimi göstermeden gülümseyerek sonlandırıyorum.Herkes dişine sahip çıksın:)

25 Ocak 2010 Pazartesi

bir güzel yaş...



Hayat yalnızken çekilmeyecek kadar tuhaf,tatsız,sevimsiz…Tercih edilmiş bir yalnızlığa diyeceğim yok elbet.Ama yalnızlık nereye kadar?Yalnızlık ömür boyudur diyen şarkıya inat,yalnız bir ömür geçmez diyorum...
Yalnızlığı sevmiyorum.Sevdiklerimle mutlu bir vakit geçirmek gibisi yok benim için.Sevdiklerim benden uzaktayken de onların sevgisiyle yalnızlığımı az da olsa dindirebilirim…
İnsan görmeden,bir şeyler paylaşmadan birilerini sevebilir mi?Isınabilir mi yürekleri?
Sadece sayfamı okumak bir şeyler karalamak için mi geliyorsunuz?İtiraf edin hadi,vardır içinizde ufacık da olsa bir sevgi belirtisi.İçtenlikleri yorumlardan bile alabiliyorum:)
Gelelim sayfamın oluş aşamasına…
Geçen yıl bu zamanlar sayfalar arasında öylesine dolaşırken bir sayfaya takılı kaldım.”BİRGÜZELÇİFT”yazıyordu sayfada.Benim yaşadığım hayata dair şeyler vardı sayfada.Aşk,İzmir,uzaklık,okul,öğretmenlik ve dahası…Ama sadece yazılar yetmiyordu bu sayfada dolaşmak için.Konuşmak gerekiyordu.Başladık konuşmaya…”Neden bu güzel yazılarını blogunda göremiyorum?”diyen arkadaşın içtenliğine uyarak açtım sayfamı.Ezgi’ydi adım ve içinde melodilerim olmalıydı.Sahi benim ikinci ismimi bileniniz pek nadir değil mi?
Zamanla sayfamda bazen benim bile kendime güldüğüm “çocuk gibi yazmışım”dediğim bir çok yazıya sayfamdaki dostlar destek çıktı.Boyadık hep birlikte solgun kelimeleri.Bu sayfa bana birbirinden güzel insanları tanımama vesile oldu.Ankara’da,İzmir’de,İstanbul’da,Eskişehir’de ve hatta Ordu’daBirbirimizle bağlar kurmaya başladık.Kopmayacağına inandığım bağlar…
Yenilikler girdi sayfalara,sohbetler azalsa da,bir yıl boyunca açıp okumaktan zevk aldığım onlarca sayfanın arasında buldum kendimi.Okulumu yazdım ve kuzucukları.Sinirimi,öfkemi,çocukluğumu,hayatı yazdım ben ve bazen rüzgar vuran şiirleri…
Sayfamı açmama vesile olan yüreği kadar güzel arkadaşım;seni tanıdığım için mutluyum.Yanında olup hediyemle yüzüne gülümseyeceğim günler de gelecek elbet...Yeni yaşın sana istediğin tüm güzellikleri getirsin.Evinden huzurun,yüzünden gülümsemen eksik olmasın.İyiki tanımışım,sen iyiki varmışsın…
Doğum günün kutlu olsun Ayşenur...

24 Ocak 2010 Pazar

bilginin olmadığı sınav

Canımı sıkacak çok fazla şey bulduğumu söyler sevdiklerim.Bense gözlerimi çok fazla açtığımı söyler dururum.Evet canımı sıkacak bir şeyler buldum bugün de…
“X” sınavında görevliydim bugün.Sabah erkenden hazırlanıp arabayla yola koyuldum arkadaşımla.Sınavın yapılacağı yere geldiğimde yine her zaman olduğu gibi en erken gelenin yine biz olduğunu fark ettim.İki saat fazladan bekledikten sonra çekilen kurayla yanıma “a”kişisinin verildiğini öğrendim.”a”kişisi “hocam siz biliyorsunuzdur.Şunları halledersiniz”deyip gözden kayboldu.Sınıfa sınava girecekler bir bir gelmeye başladılar.Sınavın başlaması ile hoşuma giden bir sessizlik oldu.Herkes kağıdıyla ilgileniyor,ne hoş dedim içimden.Ta ki sınavın sonuna yaklaşana kadar.Ortadan kaybolduğum 2 dakika içinde “a”kişisi sevimli görünmek adına sınav cevaplarını söylüyor,şıklar havalarda uçuşuyordu.”hocam,siz de yardım etseniz”dediklerinde cidden “höööö”diyesim geldi.Bu ne saçma bir durum ve bu saçmalığın ortağı benim meslektaşım…Şu olanları görmek bile istemiyorum dedim içimden.Vicdanınız şu yaptığınızla rahat ediyorsa bir şey diyemiyorum demekle yetindim.Arka sıralardan bir genç kız alaylı bir ifadeyle”rahat vicdanımız”dedi.O zaman ne mutlu sana diye gülümsedim.Yaşananlar sadece benim sınıfımla kalmıyor,kapıyı çalan bi genç “y”soruları bende isteyen var mı?”diyor.Deliriyorum…
Herkeste bir pişkinlik,”ya sen hiç mi kopya çekmedin hoccaaa”diyorlar.Konu asla o değil,ve ben hiç kopya çekemedim evet…
Zor bela,binbir çileyle okuyan gençler…
Aranıza beleşten okurlar katıldı.
Ve benim bugün daha da iyi gözlerim açıldı…

21 Ocak 2010 Perşembe

takdir ediyorum:)



Takdir edilmek,yetinmeyip taklit edilmek…İkisi de hoş şeyler değil mi?
Yaşımız ne olursa olsun,yalandan da söylense yaldızlı takdir kelimeleri,hepimizi mutlu eder,hayata sayelerinde bir ip daha atarak sıkı sıkı tutunuruz.
Peki neden kredisi azdır takdirlerimizin?Zor çıkar ağzımızdan,içten içe takdir edişlerimizi bizim dışımızda duyan var mıdır?Olmayanı oldurabilmek bu kadar zor olmasa gerek…
Olumlu cümleler kurarak da eleştiriler yapabiliriz.Hatta bu daha güzel durur cümlemizde.
Bir gülüş,sıcak bir dokunuş verilen bir hediye,deftere atılan minicik bir yıldız…Meğer ne kadar önemliymiş çocukluğumuz için.Her tenefüs defterindeki yıldızları sayan öğrencilerimden biliyorumJOnlar sıra altında gizli gizli sayıp mutlu oluyorlar.Ben de mutlu oluyorum
İlkokul 1.sınıfa giderken cesaret edip “Andımız”a kalkmıştım.Koca okulun önünde bilmediğim “Andımız”la ilgili kendimce uydurduğum cümleler kurdum.”Atatürk’ü severim.Annemi severim..gibi bir çok cümle işte.Merdivenlere patır patır yönelen Ömer hoca enseme dokundurarak inmem gerektiğini söyledi.O günden sonra ne oraya çıkmak ne de toplum içinde konuşma yapmak hoşuma gitmedi.Hala da topluluk içinde konuşmaktan çekinirim.Bakılmasın böle bıcır bıcır konuştuğuma…
Cesaretimi takdir eden sadece annemdi
Her olumsuzlukta takdir edilebilecek bir şeyler olmalı…
Okul çıkışı çocuklara karnelerinin yanında hediye etmek için bir şeyler seçtim.Sıradan karneler ilgimi çekmediğinden süslemek için de birkaç sticker beğendimEvet hala çocuk ruhluyumBu yıl ilk kez Takdir ve Teşekkür Belgesi alacak olan kuzucuklara öğretmenlerinden minik hatıralar kalsın istedim.Geçenlerde çalışkan kuzucuğum elime bir sürü bozuk para tutuşturarak test almamı istedi.Paranın onda kalması gerektiğini söyledim,paraları yanımda taşıyamayacağımdan borcun olsun dedim.Kızlara süslü aynalar,kışlık kulaklıklar,öğretmenlerinde gördükleri süslü tokalardan aldım:)Erkeklere ise yarı yıl için bir çok test kitabı:)Kitap hediye edilir mi?demeyin,onlar istiyorlar.Erkek kuzucuklarım daha bir çalışkan sanki
Geçen cumartesi günü beni aradılar.”Üreeetmeniiiim dağa çıktık seni aramak için naapıyooon?" dediler.E daha dün görüştük,iyiyim dedim:)Seni çok seviyoz,Ömer’in de selamı var deyip kapattılar telefonu yüzüme.Sanırım nasıl konuşulması gerektiğini tam olarak kavratamadım

Yarın benim ve onlar için güzel olacak.Takdir etmekten mutluluk duyacağım…Bu arada ortada ne belge var ne karneJBizim mükemmel teknolojimiz e-okul’a dayanamayıp çöktü.Olmazsa çocukların defretlerine yazdırayım diyorum
Yaz çocuuuum matematik 4:)
Sil sil yanlış oldu 3 olacaktı:)

Oh yine ortaya karışık bir yazı oldu.Okuyun gari!

19 Ocak 2010 Salı

Hayatın Baharatları


Canlılığın yaşamını sürdürebilmesi için gerekli olan şeydir yemek.Yaşamak için yiyenlerdeniz biz de…
Düşünüyorum da eski çağlardaki insanların amacı karınlarını doyurmakken,şimdilerde lezzete lezzet katmak için türlü yollar deneniyor,görselliğe önem verilerek hem gözleri hem mideleri doyurmak amaçlanıyor.Ve yemek ne kadar iyi malzemelerle yapılırsa yapılsın baharatları olmadan tadı yerinde olmuyor.Evet konum baharatlarJ
Uzak Doğudan günümüze kadar gelen baharatlar yemeklerin dışında parfümlerde,içeceklerde,ilaçlarda,hatta büyü ve törenlerdeJkullanılan bir malzeme haline gelmiş.Kristof Kolomb’un yeni dünyayı keşfine de yardımcı olan baharatlar olmazsa olmazı olmuş hayatımızın.Ve ne kadar şanslıyız ki Anadolu on binlerce baharatın merkezi haline dönüşmüş.Baharat Yolu ise tüm uygarlıkların yararlandığı bir yol haline gelmiş.
Kuzucuklara ders anlattığımı sandım birdenJ))Neyse güncelleştirelimJ
Herkesin kendini yakın hissettiği bir baharat vardır.Ben,baharat olsam nane olmak isterdim.Çantamda hep naneli şekerler,mendilimde mentol kokuları,yoğurtta eksik olmayan o güzel nane kokusu ve dedemin bahçesindeki en zevk alarak topladığım yapraklardır nane yaprakları…Evet ya ben nane olurdumJSinirleri yatıştırırım,strese ve baş ağrısına iyi gelirim:)Son yazdığım cümleden vazgeçtim.Çabuk sinirlenen,panik yapan ve baş ağrısı hiç gitmeyen biri olarak son cümle fazla emanet durdu üstümdeJ
Acı biber…”Batıyor ama acıtmıyor senin sevdan”gibi…Yeniyor ama acıtmıyor,aksine iştahı artırıyor.Acıklı şarkıları hatırlatıyor bana.Bir de “Ağzına acı biber sürerim mmmmmmmmm”repliğini…JAşk,acı biber olsa gerek,en kırmızısındanJ
Tuz…Ne mühim bir şeydir o…Gözyaşını hatırlatır bana…Her anımızdadır.İstemesek de hep var olacaktır.Tuz,dostluktur ya…Dostlar olmadan hayattan keyif alamayız.Hayatı paylaştıkça büyürüz,büyür denizimiz…
Kekik…Kekik eşittir tavukJBir de buradaki dağların kokusudur.Derin derin çekersiniz içinize dağ kekiklerini.Güzel bir aroması vardır.Tavuklu yemeklerde ayrı bir lezzet katar.Kekik benim için köydür…
Tarçın…Tarçın annemdir benim.Ellerininin kokusudur.Fırından çıkan kurabiyeleri,kurabiye canavarı gibi yiyen çocuğuna masum bakan annenin gözleridir tarçın.Kekin,sütlaçın,elmanın yanından ayrılmayan dostudur…
Karanfil…Balkonumuzu hatırlatır bana.Çiçekli masa örtüsündeki bardakların dumanıdır.Komşu gülücükleridir.Yol üstü sohbetleridir.Karanfil,çaydır…
Anason...Bahçeden dereotu toplamasını istedikleri Ezgi’nin otları topladıktan sonra”yaa bu poğaça rakı kokuyoooo,ne içindeki?”dediklerinde beceriksizliğinin yüzüne vurulmasıdır.Anasonun dereotuna benzediğini öğrendiği ve utandığı andır…
Çörekotu…mmmmm sıcacık poğaçalardır.Ne güzeldir onun kokusu değil mi?
Maydanoz…”Dişimde bir şey var mı?”diyen candosta yok yok deyip sunu yapmaya çıktığında dişindeki yeşilliği fark edip ses çıkarmamasıdır…
Vanilya…Pastacık,kekcik,tatlıcık…Yeterli sanırım bunları yazmamJ
Ve sayamadığım bir sürü baharat…Hepsinin az çok anısı vardır bende.Her anım bir baharat tadıdır.
Siz hangi baharatsınız?:)

16 Ocak 2010 Cumartesi

Tahammül etmek...


Son zamanlarda çevremdeki çoğu kişiden duyduğum kelimedir tahammülsüzlük.Neye tahammül edemezsiniz?Kime tahammül edemezsiniz?Ya tahammül edebilirseniz?Sınırınız,siniriniz,sabrınız,dereceniz nedir sizin?
Haksızlığa tahammül edemeyenleri düşünelim.Bir çok kez haksızlığa uğramalarına rağmen zararları en çok kendinedir.”Nasıl bunu yapabilirsin bana?!”demekten çok “ben bunu hak ediyor muyum?”diye içsel bir sorgulamaya kapatırlar kendilerini…İç sesimizi duyurmanın vakti geldiğinde çekinmemeliyiz.Sesimizi duyan vardır elbet…
En yakın arkadaşına tahammül edemeyen de vardır.En yakındır ama en uzaktır.Ona tahammül edemediğinizi sizden başka bilen yoktur.Hayatta en zor şeylerden biri de birine güvenmek zorunda olduğun için güvenmektir.Ve arkadaş olmak zorunda olduğun için dost olmak…Emanet bir dostluk,zamanın kovuğunu doldurmaya çalışan kırıntılardır.Uzak durulmalıdır…
İşine tahammül edemeyenlere diyecek bir şeyim yok.Kim istediği işi gerçekten yapabiliyor ki?
Kötülüklere tahammül edemeyenler…Televizyonda,sokakta,işte,kısacası heryerde seni içine hapsedebilen kötülükler zincirini kırmak için uzak durmak gerekiyor.Huzuru en güzel evde yakalıyorsun.Evde de yoksa,halkanın bir zinciri de sen oluyorsun…
Saygısızlığa ve boş konuşmaya tahammül edemeyenler…Her sabah söylenen “ANDIMIZ”da küçüklerini koruması ve büyüklerini sevmesi söyletiliyor çocuklara.Büyüklerini sevebilen çocuklar,büyüdükçe sevgisizleşiyorlar.Ruhumuz resmimizi kemirdiğinden,geriye görmek istemediğimiz çirkin suretler kalıyor…
Peki kendine tahammül edemeyenler…
Var mıdır bunun bir çözümü?

14 Ocak 2010 Perşembe

Pembe başlıklı yazı

Mutluluk kıpırtıları serpiştiriyorum okuyan herkesin yüreğine:)
Hep acıklı şarkılar parçalar içimizi,gereksiz bir Emrah sendromuna bürünürüz hepimiz.Kaşlar,gözler,sözler düşer yerlere.Etrafta büzük dudaklı büyük insancıklar,olumsuz cümleleriyle etkiler durur bizleri.”Vah vah,tüh tüh,of of” ikilileri bırakmaz cümlelerimizin yakasını.Nefes alamadıklarından bir çırpıda çıkamaz “vah”lar.Mutlu başlarsın güne,bir sürü sorun çıkar.
MÜDÜR:”Hoca hanım,sınav analizlerine baktım,başarı daha da artmalı”
MÜFETTİŞ:Yemeklerinizi(eğitimi)beğenmedim çok tuzlu(çok fazla çalışmışsın)olmuş.
YERDEKİ BUZ:Hep üzerimde kaymak zorunda mısın?Çekicem seni yerin dibine göreceksin!
ÇOCUKLAR:Vallaha da anlattığınızdan hiçbir şey annnaamaaadıım…
Uzar gider…
Yarın Cuma !Ne güzel bir gün olacak kimbilir.Nöbet geçireceğim.Son sınavımı yapacağım.Ha bir de ayın 15’i dimiJ))Herkese benden çaaaaaaaaaaayyyyyyyyyyJ
Sağ kolumda yaklaşık 20 küsür tane kızarıklık var.Böcek mi alerji mi çözemedim.Şehir de çalışan meslektaşlara selamlarJ))Sınıfınızın kıymetini bilinJ
Bugün enteresan bir durum yaşadım.6.Sınıfa giden Kubilaylay adlı öğrencinin koridorda koşarken pantolonu düştü.Kalakaldım öylece.Babası seneler önce vefat etmiş.Maddi durumları yeterince iyi değil.Anneciği düğmenin ilikleneceği delikten ip geçirerek kendince bir düzenek hazırlamış.Çocukcağız koşerken düştü.Nasıl önceden dikkatimi çekmedi diye kendime kızdım…Neyse o sorun da halledildi işte…
Bugün de yemeğe davetliydik(Newbahara selamlar:)Bu arada sarı papatyan azcık inceldi merak etme:)Ama hala sağda solda yuvarlak yüzlü hoca olarak anılıyorum:)Yakışmıyosa valla diyin çekerim içime:)))
Ha bir de bugün yeni açılan "Şok"a uğradım.Cidden şok oldum:)Küçüklüğü yüzünden.Minyatür Şok:)))
Ya tatil geldikçe yazılarım da kendinden geçiyor.Olsun yine de okunabilir değil miJ
Mutlu olalım gitsin bugün…

12 Ocak 2010 Salı

başlıksız bir zaman

İçim dışıma çıktı öööö-okul işlemleri yüzünden…
Tatilimin geldiğini ufaktan ufaktan hissediyorum.Lambam sönük yanıyor,mazerete sığınıp asabileşiyorum,köpürüyorum,kükrüyorum falan filan işte…
Okul baya yoğun geçiyor bu aralar.Sınavlar,değerlendirilmeleri,e-okula girilmeleri vs…Yoruyor açıkçası…
Öğlenleri köylü ablalar,teyzeler yemeğe çağırıyorlar.Buzlu yokuşlardan düşe kalka gidiyoruz.Bir sürü zahmet edip yemek hazırlıyorlar.Yarım saatte ne kadar tıkınabilirsek yiyip okula dönüyoruz…
Okul yine aynı:)Salı günleri özel eğitime muhtaç öğrencimle ilgileniyorum.Beni daha da yoruyor haliyle.”Hadi yüze kadar sayalım.”diyorum,kafasını sallıyor.Ama sesli sayalım dediğimde “ben içimden sayabiliyorum bak 60 a geldim” diye kendince kurtuluyor işin içinden…
Malum mevsim kış olduğundan çocuklar on kat daha üşüyorlar.Üzerinde mont olanlar ve botları olanlar hariç.Sahi bizimkilerin doğru düzgün montu,botu yok…Bayan hocalarla oturduk,ne kadar ayakkabı firması varsa mail attık.Ünlü markalar bize geri dönmezken,adı duyulmamış bir marka mailimize cevap yazdı…”Ayakkabı numara aralığını yollayın yardımcı olalım size”diye…Mutlu ettiler bizi.Bekliyoruz dört gözle…
Bu arada Blogcu’nun sorunları yüzünden blogspotda aynı ismimle yazmaya başladım.
Bu aralar keyif vermiyor hiçbir şey…
Acep nedendir?

beklenen düş

Hangi yıldızın yandan çarklı falıdır bu?
Hangi gizemin yaldızı?
Turfanda sevinçler sunuyor ona,
Burnu sürten komşu kızı…

Kız,zamanın ipini çekiyor,
İp “başka kapıya hemşerim!”diyor
Rüzgarın ıslığı mumu söndürse de
Üşümüyor,aldırmıyor,vazgeçmiyor…

Ne düşlerden vazgeçin,ne hayalleri erteleyin…
Sevgi ile

ben ve geçmiş


Geçmişimden geçelim hadi…
24 yıl önce;mubarek Cuma gününde,üstelik akşam ezanında doğmuşum(mübarekJ)
23 yıl önce;emeklemekten sıkılıp yürümüşüm.
22 yıl önce;mahallelinin çırağı olmuşum.Evlere ekmek servisi yapan kot etekli kızJ
21 yıl önce;bonibonun ne mükemmel bir yiyecek olduğunu keşfedip uğruna savaşlar vermişim.
20 yıl önce;annemin eteklerine tutunarak okulun yolunu tutmuşum.
19 yıl önce;anasınıfında terör estiren kız ünvanına ek olarak,müdürün sırtına çıkıp okulun tüm pencerelerinden dışarı bakma şerefine erişmişim.
18 yıl önce;“yahu bu kız küçük ama gide gele okumayı sökmüş,yazdırın artık okula!”cümlesinin akabinde okullu olmuşum.Müfettişin sorduğu çıkarma işleminde”öğretmen eksilen şeyleri anlatmadı”diyerek topu öğretmene atmışım.
17 yıl önce;her ay yapılan sınavlarda cevap anahtarının tümünü karalayıp sınıfa örnek olmuşum.Mahalledeki çocukları toplayıp heman savaşı çıkarmışım.
16 yıl önce;okullara dağıtılan fındıklardan zehirlenen tek kız olmuşum.”Baban ne iş yapıyor?” diyen öğretmene”köfte yapıyor”diyerek kendimce cevaplar vermişim.
15 yıl önce;eti puf karşılığında matematik sorularını arkadaşlarıma söyleyip ailemden ceza almışım.
14 yıl önce;Anadolu Liseleri sınavında uyumuş,öğretmenin uyarısıyla uyandırılmışım.
13 yıl önce;topluca gittiğimiz halk oyunları gezisinde karşı grubun vişne suyuna içki katarak dengelerinin şaşmalarına neden olmuşum.
12 yıl önce;kompozisyon yarışmasını kazanarak iyi bir ödül almışım.
11 yıl önce;Alman kurdu köpeğim öldü diye haftalarca ağlamışım.
10 yıl önce; hastane morgunu merak edip,morgdan çıkan işçiyi gördüğümde hastanelik olmuşum.
9 yıl önce; Öss bahanesiyle 5 arkadaş aynı evde yaşayıp ortalığı toz duman etmişim
8 yıl önce; 16 yaşında üniversite öğrencisi ünvanını kazanarak,parmakla gösterilmişim.yanlış anlaşılmasın başarı için değil,tıfıl olduğum içinJ)
7 yıl önce; dostlukların en güzelini yaşamışım,yaşatmışlar.
6 yıl önce; azgın sularda rafting yaparak,korkaklığımı üzerimden atmışım.
5 yıl önce; mezun olmuşum.hey gidi öğrencilik…
4 yıl önce; kpss mağduru olduğum için ücretli öğretmenlik yapmışım.Birleştirilmiş bir köy okulunda öğretmenliğin ne demek olduğunu anlamışım..
3 yıl önce;sözleşmeli öğretmen olarak şuan çalıştığım köy okuluna atanmışım.
2 yıl önce;durgun sulardaki aşkım kabarmış,aşk denizindeki sevgi yelkenlisiyle huzura yol almışım
1 yıl önce;ailemle daha çok birlikte olma fırsatı yakalamışım.Onlarla olmanın mutluluğuyla işimi yapmaya devam etmişim.Onlara daha çok zaman ayırmışım.Vali’ye şaşırıp “hocam”demişim ve aldırmayıp kikirdemeye devam etmişim.
Bu yıl,sevdiklerimle mutlu bir yaz tatili geçirmişim.Voleybol oynarken serçe parmağımı kırmışım,düşmüşüm,sakarlık yapmışım,bol bol gülmüşüm.Kilo almışımJHem ağlayıp hem gülmüşüm…
Ve blog alemiyle tanışmışım.Görmediklerime yüreğim ısınmış…Daha bir mutlu olmuşum…
Bunlar sadece aklıma gelen ufak şeyler…
Bir gün gelecek bir gün kalacak;
Aşka,sevgiye,yok oluşa,her şeye…

şoför,minibüs ve biz:)


Bundan çok önceki yazımda minibüsümüzden bahsetmiştim.Bizi zamanında okula yetiştiren beyaz minibüsümüz…
İlk atandığım senelerde arkalarda oturan ben,seneler geçtikçe önlere doğru terfi ettim.Ve şoförün arka koltuğunda oturma şerefine eriştimJ
Herkesin oturduğu yer az çok bellidir.Benim yerimde de müdürün dışında kimsenin gözü yoktu.O da en sonunda evini köye taşıdıJSebebi ben değilimJ))
Sabah mı akşam mı belli olmayan bir saatte kalkılır ve öğretmen arkadaşlar çeşitli sabit noktalarda münübüsün gelmelerini bekler.Şenay abi eğer uyuyakalmazsa,özellikle de kışın uyuyakalmazsa tüm öğretmenler tarafından tebriklerle karşılanır.Çünkü kışın minibüs beklemek işkencedir.Kirpikler birbirine yapışır.Saçlarda anlamsız kırlaşmalar,kırmızı burunlar,titreyen çeneler ve aklıma gelemeyen onca şey işte…Neyseki yerden spatulayla kazınacak duruma gelmedik…
Sabah mahmurluğu herkesin üzerinde olduğundan kimse muhabbet etmek istemez.Ben ve kendime benzettiklerim dışındaJ
Yaklaşık 21 km’lik yolda sayısız virajlardan geçilir.Her virajda inadına cama yapıştırırlar yanımdakiler.Bu yüzden camdaki on parmak izi hiç geçmez.
Yol boyunca geçen senelerde de olduğu gibi enteresan şarkıların hitleri bize eşlik eder.Misal;dağlar kızı Reyhan,Gelin olmuş gidiyor benim kınalı kuzum,halay müzikleri(düğün şarkılarıJ)…
Şoförümüz olan Şenay abi,yüzünde gülücükleri eksik olmayan sevimli bir insandır.Hayatı ciddiye almaz,güler,güldürür.Çocuklarını da kendine benzetir,ailecek gülerlerJ)
Kışın soğuğunda dağda kaldığımız anlarda bizim zorda kalmamamız için elinden geleni yapar,işinin ustalığıyla bizi okula zamanında yetiştirir.Maşallah diyeyimJ
Köyde kalınabilecek bir lojman yok.Olanlara da ev demeye bin şahit.Hepimiz gidiş-geliş yaptığımız için bir çok köylü tarafından tepki görüyoruz.Çocukları için çırpınıp dursak da bir kaçı tarafından sevilemiyoruz…
Geçen gün erken saatlerde köye doğru giderken okul önünde bir araba gördük.Milli Eğitim Müdürlüğü’nün arabasıydı bu.İçeriye girdiğimizde ilçeye yeni atanan müdürümüzle karşılaştık.Bizimle kahvaltı yapmak için gelmiş.Tabi sonrasında köylülerden bir kaçının bizi şikayet ettiğini öğrendik.O da bizim erken geldiğimizi görüp mutlu olduğunu belirtti.Ne tuhaf,sanki biz sürücü ve trafik polisleri tarafından denetleniyoruz.Eğitim sisteminin temelinde güven duygusu yatar.Veli öğretmene,öğretmen birbirbirine,müdür personeline güvenir.İlk kez gelen birinin bize güvenmesi beklenemez fakat yaşadığım durum beni üzdü…
Herneyse…
Geçen hafta birinci sınıfların vukuatları ile geçti.Kimi arabanın arkasına geçip ağzı açık vaziyette egzoz dumanını çekti.Kimiyle karşılaştığımda saçında köpükler vardıJTuvaletteki sıvı sabunla saçını yıkamaya kalkmış,köpükler suratından akıyorduJ)Kimi de “aşıcılar geliyooooooooooooo”diyerek tüm arkadaşlarını kaçırtmıştı.Allah sabır versin öğretmenlerineJ)
Sınıfımdaki çobanın 17.ci çocuğu olan Ferdi’nin derslerinde büyük bir gelişme oldu.”Çok çalışırsam bana muz alırsın dimi örtmen?”diyerek de pekiştireç istedi benden.Yeter ki iyi olsun durumu…
Büyük bir okulda çalışsam acaba bu kadar başarılı olur muydum?Bir kalem,bir diş fırçasıyla,meyveyle yada ufacık bir şeyle derse motive edebiliyorum...
Yoğun bir hafta beni bekliyor…
İyi hafta sonları herkese…

günden kalan

3 günlük tatil ne de güzel gelmişti.
Bu sabah 1 km yol yürüyerek eski yorgunluğuma geri kavuştum.Okul yolu düz gidermiş,pehhhhhh halt etmişler,yürümekten tükendim…
Baştan anlatayım.Sabah haberlerin de uyarısıyla beyaz örtüyle uyandık güne.Dağ,taş,kuş,böcek ne varsa hepsi beyaza bürünmüştü.Okul yolu açılmıştır inşallah diyerek çıktım evden.Minibüs yolculuğu çok iyiydi.Ta ki köyün giriş kısmına gelene kadar.Arabayla yokuş yukarı bir çıktık,bir indik.Kimimiz indi minibüsten,iteleme yolu ile bir şeyler başaracağını sandı.BaşaramadıJTuğba arkidiş öğrencilerinin ikisine balık almış,zavallıcıkların dengeleri şaştı poşetin içinde.Hemen o esnada replik uydurdum.”İki balığın köyü gördükten sonra intihar halleriJKimsecikler gülmedi amaJ)Psikolojiden olsa gerekJ
Tabana kuvvet diyerekten indik.Öncümüz olarak Engin Hoca önden yürüdü,yolumuzu açtı.Biz de ördekler olarak peşinden gitmeye başladık.Bildiğiniz Köy öğretmenleri işteJKarlar yüzümüze yüzümüze geliyor,burnumuzdan giriyor,kulağımızdan giriyor,öksürmeler,hapşurmalar bitmiyor.Bembeyaz örtüden görünen üç beş şey var.Yok bunlar şey de değil.Aslandan bozma devasa köpekler.Kimisine dikenli tasmalar takıp daha da vahşileştirmişler.Bize sırıtıyorlar sankiJNeyseki bulaşmıyorlar…
Müdür yardımcımız resmimizi çekiyor,paçalar kar içinde nihayet okul kapısından giriyoruz.Çocukların hepsi bizi alkışlıyor.”Oleeeeeeeeey hocalar geldi!” diyeJNe oluyoruz,kamera nerde?:))diyesi geliyor insanın…
Yani bugün de karlara biz de çocuklar da doyuyoruz.Onları ne karda uyarsak da karları yiyorlar.Sınıf tahtasında karlardan bir resim oluşuyor.”Kar nasıl yukarıdan aşağıya doğru akar?”J
Bugünden aklımda kalan ise,öğrencimin tabanı delik çoraplarından çıkan minik ayağın yarattığı kırmızılık kalıyor…
Kışın bir başka üşüyorlar.O haldeyken dersi bırakıp sadece bakakalıyorum.Üşürken beni anlayamaz değil mi?
Hayat işte…
Bugün de bitti…

11 Ocak 2010 Pazartesi

Seninle


Buruşuk bulutların arasına düşen düşkün gibiydim;
Senden önce...
Günün güçsüz kollarıyla kucaklaşırdım
Nafile...

Aradığım birşey olmalı değil mi,şu ölümü bol dünyada?
Eve sokmadığım donmuş ilişkiler gibi değil...
Altını çizebilmeli güneş,sevdamın kelimelerinin...
Geçmiş yürümesin benimle vezinleri karışsa da...
Sinirlerim sığınmacı sığırcıklara sığınmasın.
Cümlelerim bu kadar karışık olmasın iştederdim...
Senden önce;
Körlerin çektiği filmlerde oynuyordum.
Sağırların orkestrasını tanıtıyordum.
"Kar ne renktir amcalar?" diye
Boşluğa soruyordum...
Çiçeklerin nerde olduğunu bilmiyordum.
Keskin sözcüklerim arıyordu küpünü,
Küpüm zarar görüyordu...
Senden önce;Yönünü şaşıran bir haritaylaÇıkıyordum yola.
Benim yüzüm kimsesiz...
Dağlar masal anlatıyordu,
Umursamıyordum.Sen geldin ya;
Geceyi kalbinden vurdu ufuk çizgisi
Aydınlandı yer,gök ve eller...
Çektiğim talihim,Küstürmedi bana yarını.
İsmini bilmediğim çiçekler,
Konarak unutturdu unutkanlıkları.
Yüzünün suyuna eğildim.
Yüzümü gördüm seninle...