28 Mart 2010 Pazar

Renkli Eller:)

Bahar bu aralar daha da ismine yakışır davranıyor:).Biz de ailecek bu güzel havada evde kalmak yerine daha önceki yazılarımda bahsettiğim dedemin bahçesine gitmeyi tercih ettik.






Babamın dedem için hazırladığı “Baba Evi”tablosunu görünce dedemin tabela ilk asıldığındaki mutluluğu aklıma geldi.Yoldan geçen bir çok kişi bu tabelayı ve şirin bahçeyi görünce restaurant olarak düşünüp içeri giriyordu:)Dedem ise yine de bırakmayıp misafir ediyordu bir çoğunu…

Bahçeden içeri girdiğimde çimenlerin yeni yeşerdiğini,lalelerin,lilyumların,güllerin henüz minicik olduklarını gördüm.Çiçekler olmadan ne kadar da çıplak görünüyor halbuki…


Bahçeyi güzelleştirenin renkler olduğunu görüyorum.Kırmızı,pembe,mor,sarı,beyaz hatta mavi…


Renkliliği seviyorum,renkleri seviyorum.Elime bir fırça verseler Dünya’yı boyarım diyorum:)




Bahçemizdeki minik heykelcikler yağmur yüzünden renklerini yitirmişler.Zaten bir çoğunun rengi kahverengiydiJBabamla gaza gelip gri renkteki köpeği siyaha boyadık.Ördeklerin ağzını turuncuya ve el arabası tutan rengi yitik bahçivanı da rengarenk boyadık:)Saçları biraz kızıl olsa da şimdiki hali daha sevimli durdu:)



Geçen yaz da,alçıyla bir kalıp oluşturup,hatta kalıptan dışarı taşıp değişik bir saksı yaptık.Beyaza boyadıktan sonra ise boyalarla rastgele üzerinden akıttık.Yazın üzerindeki ateş kırmızısı güllerle harika görünüyor doğrusu…


Şimdilerde ise aklımda tekerlek fikri var:)Bulduğumuz tekeri önce beyaz renge boyamayı düşünüyoruz.Ardından o iç kıvrımlarını da farklı renklere boyayarak yine değişik bir saksı oluşturma planlarımız var.Yapıldığında onun da resmini gösteririm…


Bahçede çileklerin yaprakları yeşeriyor,ağaçlar çiçekleniyor.Güneş içimize işliyor.Seviyorum ben bu güzel mevsimi…


Umarım herkesin hafta sonu iyi geçmiştir…

26 Mart 2010 Cuma

BEYAZ RESİM

Perde gibi güneşi üstüne çeken DÜNYA

Kendinden başkasını görmeyen DENİZ

Gidecek yeri olmayan avare RÜZGAR

Dişleri birbirine vuran AYAZ

Meyhane edasında parçalı BULUT

Açmayacak gülleri var olan UMUT

Adını unutmuş bir GÜN

Tadını unutmuş bir HAVA

Maskesiz yemeğe oturmayan İNSAN

Kıvrılıp duran biçimsiz AĞAÇ

Kırılan kolun içindeki HAYAT

Islak çimenleri ezen TREN

Yaralı bir IRMAK

Ay ışığında ıssız bir BANK

Afişi yırtık oltada CAN

Engellerden sıkılan korkusuz KAN

Puslu SURET,isli BAHT

Oturmaktan yorulan üç bacaklı TAHT

Tellallıktan sıkılan DEVE

Berberlikten kovulan PİRE

Sere serpe uzanan TAŞ

Resim bitmek bilmiyor arkadaş…

23 Mart 2010 Salı

Dünden kalan en güzel anı


Geçtiğimiz hafta içinde ders esnasında duyduğum fısıltılar ve bozuk para sesleriyle dersim sürekli bölünüyordu.Arkamı döndüğümde gülümseyen suratlar hemen sessizliğe bürünüyor,hiçbir şey olmamış gibi davranıyorlardı.Meğer,günler öncesinden doğum günü planı yapan kuzucuklar bayramda ellerine geçen birkaç lirayı toplayıp beni mutlu etmek adına türlü hazırlıklara giriyorlarmış…



Pazartesi sabahı henüz üzerimdeki mahmurluğu atamamışken gözlerim iki minik el tarafından kapandı:)”N'oluyoruz?”diye sınıf kapısından içeri yöneldiğimde beni günler öncesinin hazırlığının beklediğini gördüm.Kuzucuklar kırk yıllık dostlarıymışım gibi İiiikii dooduuuun Ezgiiiii”diye bağrışıyor,masamın üstündeki pastama doğru bakıyorlardı.O an yaşadığım mutluluğun bir tarifi olamayacağından sadece anlatabildiklerimi aktarıyorum yazıya…Sevilmenin ne denli güzel olduğunu bir kez daha anlıyorum…


Topladıkları paralarla bisküvi,kraker,kola ve pasta almışlar.Kimi evdeki el emeği bir oyayı,kimi oyuncağını kimi de yazdığı mektupları hediye etti bana.En gülümseteni ise kocaman bir çikolata paketi oldu:)Benim en çok sevdiğim şeyin çikolata olduğunu bildikleri için vermekten hiç çekinmediler…Birinci sınıf öğrencisi Berat kuzucuğu da annesine pasta yaptırmış benim için:)”Siz nerden biliyorsunuz?”demeden peş peşe doğum günü tebrikleri aldım:)Malum köy olunca küçük bir haber tüm okulda yayılıyor:)


Pastalar yendi,kahkahalar atıldı.Kızlarımdan birisi”Ürtmenim ya,valla hayatımda ilk kez doğum günü kutluyom,o da senin doğum günün!”dediğinde duygulandım.”Ya valla ben ne zaman doğduğumu bile bilmiyom ki!”diye ekledi sözlerine.Bir kaçı da “ben de kutlamadım,ben de bilmiyorum”diye söze karıştılar…Yani bu kutlama hepimiz içindi.Neticede onlar mutlu ettiler,ben mutlu oldum…


Akşam ise ailem sevdiklerim,geniş ailemizin minik ikizleri toplanarak güzel bir gece geçirdik.Uzun zamandır ihtiyacımız olan bu toplantıda konuşabilecek ne varsa konuştuk,küçüklük hallerimizle dalga geçtik.Annem yine küçüklük maceralarımı anlatıp beni rezil etmeyi başardı.


”Küçükken otu böceği her şeyi kıskanırdı,hatta abisini bebek haliyle çorbanın içine düşüren de kendisidir.”


“Büyüdük mü?:)”


Sessizlik…:)


Zaman çabuk geçiyor.Her geçen zaman bizi biraz daha olgunlaştırıyor.Kendim için en büyük dileğim,hayata karşı enerjimin tükenmemesi…


Herkese mutlu günler diliyorum…

22 Mart 2010 Pazartesi

Doğum günü ezgisi:)


Bahar;

Taş altında kalan tohumların çıkmak için çırpınışlarıdır.
Soğuğun "hoşçakal!"derken ellerini sıcaktan bırakmayışıdır.Ilıktır,teni toprağın...
Sınıfın penceresinin uçsuz tarlalara açılışıdır.Tandır kokularına eklenir çimen kokuları...
Bahar;bir elin parmaklarının en çok sayılışıdır.Yaza özlemdir;avuç içlerine atılır sayılı günün çentiği.Avuç içleri çizgisiz bir can var mıdır?
Bahar dalgalı saçlarıdır annenin.Ve içinde günden güne büyüyen fasulyeciktir…
Bir de güneşi görmeye çabalayan yumuk gözlerdir.
Bahar;kuşların melodisidir,yağmurun yumuşak ezgisidir.
Bahar;doğumdur…
Doğum;ezgidir…

Ezgi baharda doğmuştur

Bugün doğum günüdür

İyi ki doğmuştur
O artık 25 olmuştur…

“İyi ki doğdun” diyenler parmak kaldırsın:))))

Not:Bugüne dair anlatacak çok şey var.Hatta devamı da var:)Şimdi biraz mutluluğun tadını çıkarayım:)))

Notun en kocamanı:Sayfasında doğum günümü kutlayan sevgili http://suinci.blogspot.com/ beni çoooook mutlu etti.Sevindirik oldum:)Çook teşekkürler annecik...

16 Mart 2010 Salı

Dans dans dans:))


Anne karnındaki takla atışlarıyla başlar dans etmek.Konuşmadan önce müzik eşliğinde bir sağa bir sola sallanır bebekler.Konuşmaktan bile önce dans etmek gelir yani:)Dans,bu kadar kolay bir iletişim şeklidir.Memnuniyetin simgesidir.Acıklı anlarda kimsenin aklına göbek atmak gelmez.Hatta yerinden bile kıpırdamak istemez insan.Gerçi ben hüzün anlarında çevremdekilerin hepsinin oyndığını düşünüp mutlu oluyorum.O ayrı tabiî ki:)



Çeşitli ülkelere,bölgelere hatta kabilelere ayrılmıştır dans.Ne zaman bir kültür haline bile gelindiği bilinmemektedir.Kimi müziğe ihtiyaç duymadan ayaklarının çıkardığı seslerle dans ederken,kimi bir kapı gıcırtısını uyarıcı olarak alır.Ve topluluklarda birliğin simgesidir.Hele ki halk oyunları bizim için önemli unsurlardan biridir.Yöreler kendilerine uygun halk oyunlarıyla yaşam biçimlerini,hüzünlerini,özlemlerini yansıtırlar.Kimi toprağı anlatır,kimi öfkesini,kimi ihtişamı anlatır,kimi denizinin oynak hamsisini…Her biri ayrı bir işlemesidir toprağın,her biri izlenesi…


Dans edenleri seyretmeyi seviyorum.Fakat düğünlerde dans edenleri seyretmeyi sevmiyorum:)Aslında gözlemlediğimde çok hoş şeyler ortaya çıkıyor.Mesela bir grup salonun en uç köşesinde düğünden bir haber otururken,diğer grup pistten asla inmez.Hatta düğün sahipleri düğün sonrasında ayriyeten onlara teşekkür eder.Her düğünde böyle sevimli dans edenler bulunmalıdır.Gözleri boşluğa dalanlar ise gelin damat dans ederken kendi düğününü düşünür:)(Düşünmeyen bayan var mı bilmiyorum:))Dansın en keyifli anıdır düğünler.Düğünlerde sadece izleyiciyseniz benim gibi insanları gözlemleyebilirsiniz:)


Aslında 23 Nisan çalışmaları bu yazımı yazmama vesile oldu.Kuzucukların dans etmek adına çırpınışları,bir sağa bir sola kaçışları,öğretmen arkaya döndüğünde havalara zıplamaları görülmeye değer şeylerdi.Fakat her dalda olduğu gibi ritme uygun dans etmek gibi bir yeteneği olamayan kuzucuklar da vardı.Kimi hareketleri çok çabuk kapıyorken kimi sen sağ dersen sol anlıyordu.Haliyle eve geldikten kısa bir süre sonra kendimi yorgun hissederek kıvrılıyorum bir köşeye.Sessizlikte bile “birkiiüç,birkiiüç,hoppaaa”sesleri duyuyorum:)Bu yorulmaların sonucunda iyi bir şeyler olacağını düşünüyorum.Hayırlısı…

15 Mart 2010 Pazartesi

Geçmişten bir yazı


Sevgili blog arkadaşım Sevgiden Esintiler bana bir ödül göndermiş.Teşekkür ediyorum kendisine fakat ben bunu çok önceden cevaplamıştım.Bunun yerine daha önceden yayınladığım ve benim hakkımdaki yaşadığım ufak şeyleri okuyarak hakkımda fikir edinirsiniz diye düşündüm.


Geçmişimden geçelim hadi…


24 yıl önce;mubarek Cuma gününde,üstelik akşam ezanında doğmuşum(mübarek:)


23 yıl önce;emeklemekten sıkılıp yürümüşüm.


22 yıl önce;mahallelinin çırağı olmuşum.Evlere ekmek servisi yapan kot etekli kız:)


21 yıl önce;bonibonun ne mükemmel bir yiyecek olduğunu keşfedip uğruna savaşlar vermişim.


20 yıl önce;annemin eteklerine tutunarak okulun yolunu tutmuşum.


19 yıl önce;anasınıfında terör estiren kız ünvanına ek olarak,müdürün sırtına çıkıp okulun tüm pencerelerinden dışarı bakma şerefine erişmişim.


18 yıl önce;“yahu bu kız küçük ama gide gele okumayı sökmüş,yazdırın artık okula!”cümlesinin akabinde okullu olmuşum.Müfettişin sorduğu çıkarma işleminde”öğretmen eksilen şeyleri anlatmadı”diyerek topu öğretmene atmışım.


17 yıl önce;her ay yapılan sınavlarda cevap anahtarının tümünü karalayıp sınıfa örnek olmuşum.Mahalledeki çocukları toplayıp "heman" savaşı çıkarmışım.


16 yıl önce;okullara dağıtılan fındıklardan zehirlenen tek kız olmuşum.”Baban ne iş yapıyor?” diyen öğretmene”köfte yapıyor”diyerek kendimce cevaplar vermişim.


15 yıl önce;eti puf karşılığında matematik sorularını arkadaşlarıma söyleyip ailemden ceza almışım.


14 yıl önce;Anadolu Liseleri sınavında uyumuş,öğretmenin uyarısıyla uyandırılmışım.


13 yıl önce;topluca gittiğimiz halk oyunları gezisinde karşı grubun vişne suyuna içki katarak dengelerinin şaşmalarına neden olmuşum.


12 yıl önce;kompozisyon yarışmasını kazanarak iyi bir ödül almışım.


11 yıl önce;Alman kurdu köpeğim öldü diye haftalarca ağlamışım.


10 yıl önce; hastane morgunu merak edip,morgdan çıkan işçiyi gördüğümde hastanelik olmuşum.


9 yıl önce; Öss bahanesiyle 5 arkadaş aynı evde yaşayıp ortalığı toz duman etmişim


8 yıl önce; 16 yaşında üniversite öğrencisi ünvanını kazanarak,parmakla gösterilmişim.yanlış anlaşılmasın başarı için değil,tıfıl olduğum için:)


7 yıl önce; dostlukların en güzelini yaşamışım,yaşatmışlar.


6 yıl önce; azgın sularda rafting yaparak,korkaklığımı üzerimden atmışım.


5 yıl önce; mezun olmuşum.hey gidi öğrencilik…


4 yıl önce; kpss mağduru olduğum için ücretli öğretmenlik yapmışım.Birleştirilmiş bir köy okulunda öğretmenliğin ne demek olduğunu anlamışım..


3 yıl önce;sözleşmeli öğretmen olarak şuan çalıştığım köy okuluna atanmışım.


2 yıl önce;durgun sulardaki aşkım kabarmış,aşk denizindeki sevgi yelkenlisiyle huzura yol almışım


1 yıl önce;ailemle daha çok birlikte olma fırsatı yakalamışım.Onlarla olmanın mutluluğuyla işimi yapmaya devam etmişim.Onlara daha çok zaman ayırmışım.Vali’ye şaşırıp “hocam”demişim ve aldırmayıp kikirdemeye devam etmişim.


Bu yıl,sevdiklerimle mutlu bir yaz tatili geçirmişim.Voleybol oynarken serçe parmağımı kırmışım,düşmüşüm,sakarlık yapmışım,bol bol gülmüşüm.Kilo almışımJHem ağlayıp hem gülmüşüm…


Ve blog alemiyle tanışmışım.Görmediklerime yüreğim ısınmış…Daha bir mutlu olmuşum…


Bunlar sadece aklıma gelen ufak şeyler…


Bir gün gelecek bir gün kalacak;


Aşka,sevgiye,yok oluşa,her şeye…

12 Mart 2010 Cuma

Öylesine




Küçükken en sevdiğim oyunlardan biriydi Tetris oyunu.”Ezgi ürtmen,buldun bir oyun daha!”seslerini duyar gibiyim:)Dersi de bu şekilde oynayarak geçirmeyi seviyorum.Mesela bugün “Kesirler”konusunu işlerken,asetat kağıtlarındaki kesir şekillerini,duvara yansıtıp ellerini duvarlara vurdurarak saydırdım:)Yan sınıf bu durumdan şikayetçi olsa da en uyuklayanı bile öğrendi:)


Hayal gücümün sınırlarını zorlamayı seviyorum.Tetris oyunu ile matematiği bağdaştırarak renkli şeyler yapmaya çalıştım.Neticede güzel şeyler ortaya çıktı.Yorucu fakat mutlu bir gün geçirdim…







Tetris oyunu demişken uzun zamandır istediğim bir kitaplıktan bahsetmek istedim.Tetris kitaplık:)Çok eğlenceli değil mi?:)Evdeki kitaplığıma kitaplarım sığmayınca bizimkilere böyle bir istekte bulundum.Bakakaldılar:)Annem”birkaç tanede renkli top atalım odaya oynarız ailecek dediğin de “hmm olabilir:)”dedim.Kadın iyice şok geçirdi.Şaka tabii:)

Fikrimden soğumazsam böyle bir şeyi ileride düşünebilirim:)Dolaplarıma sığmayan kitaplarımı kutulara koymaya kıyamıyorum.Belki ikna ederim…

**


Oldum olası okulda çalan o yırtıcı zil seslerinden nefret etmişimdir.”Zırrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrrr”diye kulakları tırmalayan sesle sınıfa doğru gitmek işkence gibi geliyor.En son “Pavlov bile köpeğine böyle bir zil sesi sunmamıştır”dediğim de gülerek”yahu nerden buluyorsun bu sözleri!”dediler.Gereksiz şeylere kafam iyi çalışıyor sanırım:)


Okul için yeni ve güzel melodiler bulmaya çalışıyorum.Ezgilimelodiler:)


Sayfamdaki gibi her güne ayrı bir zil sesi mi bulsam:)Nöbet günlerimde hemen sınıfa koşacakları bir zil sesi bulmalıyım.Diğer türlü bahçede peşlerinden ittirerek sınıfa sokmak zorunda kalıyorum:)Onların da uyarıcılara ihtiyaçları var değil mi?:)


Karşımdaki ekranla muhabbet gibi olmuş yazdıklarım,idare edin:)Anlamlı cümleleri tüm hafta boyunca kullanınca elimde yap-boz kelimeler kalıyor.Birleştiriverdim işte:)

10 Mart 2010 Çarşamba

Güzel Gülüşler...


Kerpiç evin ekmek kokan odasında yere serili minderler,soba yanında mutevazı bir karyola,evde emanet gibi duran kocaman bir televizyon,kucağında bebekle tatlı tatlı gülümseyen bir çocuk.Sanki her şey siyah o beyaz gibi.Duvarları süsleyen yapma çiçekler ve duaların bulunduğu çerçeveler…Her şey bilindik köy evleri gibi.Tek fark içimi ısıtan o gülüşün sahibi.

Beş kardeşin ortancası,masum bebek bakıcısı,olgun tavırlı,yakışıklı erkeğimdir o.Onunla gülerken daha bir mutlu hisseder insan kendini.Hayat doludur,sabırlıdır,saygılıdır.Öğrencim olmasa da sevgisini,saygısını eksik etmeyen,”ee şey annem güzel gözlerinden öperim dedi”diye her tenefüs yanıma sokulmaktan çekinmeyen sevimli bir kuzucuktur.Abarttığımı düşünenler olabilir ama kedi gibidir çocuklar.Özellikle sevgiye muhtaç çocuklar.Başını okşadığında başını yıkamayacak kadar değer verirler öğretmenlerinin ellerine.Beytuş da öyledir işte.Sonsuz sevgi sunar sevene.Elindeki ekmek arasını paylaşacak kadar gönlü zengindir.


İkinci dönemin ilk haftalarında hissettim canını sıkan bir şeylerin olduğunu.Uçsuz tarlalara dönük küçük okul duvarına oturduk.Ayaklarımızı boşluğa sarkıttıktan sonra konuşmasını bekledim.”Arada kaldım öğretmenim!”dedi.Devamını dinlemek istediğimde başladı anlatmaya…

Ağabeylerinin sorumluluk sahibi olmadığını,küçük kardeşine bakmak zorunda olduğunu;bundan keyif aldığını fakat geleceğe dönük bir hayalinin bu haldeyken olamayacağını söyledi.Haklıydı kendince.Küçücük evde ders çalışabilecek yer bulmayı bırak zamanı dahi olamıyordu.Annesi bahar gelince tarlada,babası inşaat başında,kendisi de kardeşlerinin yanındaydı.Düşündüm…Her birinin buna
benzer hikayeleri olduğu için dinleyince şaşırmadım.Konuştuk,yine o tatlı gülümseyişini yakaladım.Ya da hüznün gülümsemesiydi;yanıldım…


Koşullara rağmen yılmadan çalışan küçük bedenli büyük yüreklere selam olsun…

8 Mart 2010 Pazartesi

Çantamdaki ben:)


Sevgili http://suinci.blogspot.com/ bana bir etkinlik göndermiş.Öğrencilerimden daha başarılıyım bu konuda.Hani alkışlarım:)))


Çanta ve ayakkabı vazgeçemediğim iki şeydir,her bayanda olduğu kadar:)Üniversite zamanındaki kullandığım şık çantalarımın yerini,rahatlıkla kullanabildiğim spor ve omuzdan askılı çantalar aldı.Her ne kadar minik,cici çantalarımı kullanmayı özlesem de,köy öğretmeni için bu çantalar yetersiz oluyor.Özellikle kitaplarım,yiyecek birkaç şey,çocuklara aldığım hediyeler,onların istedikleri şeyler ve sayamadığım onca malzemeyi sığdırabileceğim çantalarımı kullanıyorum okula giderken.Okulu ziyaret eden Milli Eğitim Müdürü bana “Siz öğretmen misiniz?”dediğinde kendime bir baktım.Düz ayakkabılar,elbisem,tek yana örülmüş saçlarımla olsa olsa masallardan fırlama bir tipi andırıyorum diye düşündüm:)


Evet ben rahatlığı ve doğallığı fazlasıyla seviyorum…


Gelelim çantama…


Okul sonrası çantamı döktüm aynanın önündeki masaya.Bu sayede içini temizlemiş olurum diye düşündüm.İçinden çıkanlar fazlasıyla gülümsetti beni.Özellikle kuzucukların şikayet mektupları,sınıf başkanının sayamayacağım kadar çarpı attığı konuşanlar listesi:))




İçindekiler,içimdekilerdir:)


*Çantama sığacak minik parfümüm.


* Yazın Ankara’da Togo Mağazası'nda hediye beğenirken kendime armağan ettiğim cüzdanım.


*Bozuk para cüzdanım


*Cep telefonum


*El kremim


*Minik makyaj çantam


*Şoförümüz Şenay abinin verdiği şekerler:)


*Meyveli sakız


*Eğlenceli oyunlar kitabı:)


*Bugün yaptığım matematik sınav kağıtları


*Keçeli ve yazı kalemleri


*Dinlemekten keyif aldığım ipod


*Sınıfta sesimi kontrol edemediğim anlarda imdadıma yetişen ballı limonlu boğaz pastilim "Strepsils"


*Kitty saç tokam:)


*Antibakteriyel el temizleme jeli


*Mendil


*Dolabımın ve evin anahtarları...




Ve beni en çok güldüreni…


*TEBEŞİR:))))

7 Mart 2010 Pazar

nükte;espri


Türkçemizde Batılaşma süreci hala devam ediyor.Bu yüzden Türkçe bir çok kelimenin yerini yabancı kelimeler alıyor.İstemesek de buna,farkında olmadan uyuyoruz.Dilde sadeleşme akımının olduğu 1940’lı yıllarda önerilen bir çok kelime olsa da,günümüzde dili sadeleştirmek için olduğundan fazla emek harcamamız gerekiyor.Yabancı terimlerin arasında boğulmuş durumdayız hepimiz.Elbette konum bu değil.İyi bir öğretmen olmasının yanı sıra uzun yıllar boyunca kurduğu gazetede yüzlerce yazı yazarak donanımlı biri olduğunu kanıtlayan değerli akrabamın,çıkarmış olduğu son kitap…

Kitapta yaşamı boyunca karşılaştığı olayları,nükte niteliği taşıyan sözleri,nüktenin espriye karşılık gelmediğini ve yaşam adına öğrenilmesi gereken bir çok şey anlatılıyor.


Nükte:ince anlamlı,düşündürücü,şaka niteliğindeki söz olarak geçer sözlüklerde,yanına espri diye iliştirilerek.Espri,yabancı bir kelime olup anlık güldürü niteliği taşıdığı için nükte kadar bir önem taşımaz.Nüktenin en önemli örneğini Nasrettin Hoca hikayelerinde görebiliriz.Güçlü bir anlamı olan nüktedanlık Türk edebiyatının usta kalemlerinden günümüze kadar ulaşmıştır.


Peki ne değişti bizim hayatımızda?
Zeka ürünü diye adlandırılan espriler bel altına vurulmaya;tokat,dövüş,küfür kelimelerinin yer aldığı yazılar insanların diline dolanmaya başladı.İnsanlar gün boyunca sıkıntı içinde işlerini yaptıklarından gülebilecekleri filmlere para ödeyerek,”hö,ha,hu” denildiğinde kahkahalardan yerlere yuvarlanmaya başladılar.Revep İvedik’ler,evlilik programları izleyici rekorları kırdı.Hatta bunun için “Kanalizasyon”adlı bir film yapıldı.Kendi eleştirdikleri filmlerde yine aynı hatayı yapmış oldular.Toplum içinde yapılan esprilerde ise bir kişiyi kırmakta çekinmediler.Espriyi karşı cinsi etkilemek için bir meziyet olduğunu düşündüler.”Düşünmeyin,gülün!”dediler.Doğruydu.Güldürürken neden düşündürsünler ki!Ağlanacak hale gülmeyi bizim kadar seven bir başkası yoktur herhalde…
Gülmeyi çok seviyorum.Güzel şeylere gülebilmeyi seviyorum.Espriyi yerinde seviyorum,nükteyi yaşamın içinde seviyorum.Gelecekte espri adına nelerle karşılaşacağımızı da merak ediyorum…
Bildiğim halde aynı hataları benim de bazen yapıyor olmam normal olsa gerek…
Gülmeli;
Ama her şeye değil...

5 Mart 2010 Cuma

Süper Mario puanlarım:)


Okul sonrası karnımı doyurduktan sonra dizüstü bilgisayarın annemin değişiyle"elişi"min:)başına geçiyorum otomatik olarak.Ertesi gün için hazırlayacağım etkinlikler olursa onlarla uğraşıyorum,yazıcıdan cızırrrtt cızırrrtt çıkardığım kağıtlarımın ardından maillerimi okuyorum.Sonrasında bloga bakıyorum.Blogumdaki sevdiğim müzik bana bir puan kazandırırken,yorumlar 5 puan kazandırıyor haneme.Eğer ki ödülse söz konusu onyüzbin kadar sarı sarı puanlar daha ekleniyor.Kısacası ne olursa olsun yazmaktan keyif alıyorum.Siz de okumaktan keyif alıyorsanız ne mutlu bana:)
Sevgili Bilge ablacık da bana bir etkinlik göndermiş.Daha önce burada cevaplamıştım.Okumak isteyen olursa hakkımda birazcık bilgi edinebilir:)
Diğer blog arkadaşlarım http://lutfiyekaradeniz.blogcu.com/ vehttp://yelizsinembuse.blogcu.com/ 'a çooook teşekkür ederim.Kısa zamanda bu sevgiyi kazanabilmek beni mutlu etti...
Herkese mutlu hafta sonları diliyorum...
Ezgi ürtmen artık dinlenmeli...

4 Mart 2010 Perşembe

Güller ve kitaplar

“Küçük Prens”adlı kitabı okuyanınız vardır.Çocuk kitaplığında yer alsa da büyüklerin okuyabileceği hoş kitaplardan biridir benim için.Kitabın içinde Atatürk’ten Türk lideri ve diktatör olarak benzetmelerin yapılması eleştirmenler tarafından olumsuz yorumlansa da okunması gereken kitaplardan biridir.Yazarın kendi suluboya resimlerinin içinde yer aldığı bu güzel kitabı,okuduğum kitapla tekrardan hatırladım.”Kayıp Gül”adlı kitabın kapağındaki yorumlardan da “Küçük Prens”tadında olduğu belirtiliyordu.


Kitabımı bugün bitirdim.


Önce kendimce yorumlarımdan bahsedeyim:


Kayıp Gül;okumaktan sıkılmayacağınız fakat umduğunuz kadar sizi etkilemeyecek bir kitap.Kitabın sayfalarında daha önceden okuduğunuz romanların hatta şiirlerin etkisini görebilirsiniz.Konu olarak yabancılık çektirmeyecek;kitabın son sayfalarına doğru kelimelerin gizeme büründüğünü göreceksiniz.Yine de büyük başarı sağlamış kitabın genç yazarını, kitap heveslisi bir okuyucu olarak tebrik ediyorum…


Şubat tatilinde sınıfımda bıraktığım minyatür güllerimi okulun açıldığı gün yapraklarını dökülmüş ve sararmış olarak gördüm.Arada okulun hizmetlisi sulasa da yalnızlıktan sıkılıvermiş güzel çiçeğim.Çiçeklerin de sevgiye ihtiyacı olduğunu bir kez daha ispatladı bana saksımdaki güller…


Daha önceki yazılarımda bahsetmiştim dedemin bin bir emekle oluşturduğu mükemmel bahçesinden.Her gün bahçesiyle uğraşır,çiçekleri sular,çimleri budar,bahçeye yenilik katmak için türlü çabalar harcardı.Güllerin gölgeleri birbirini etkilemesin diye yerlerini değiştirir,bu esnada ellerinde diken yaralarının izlerini bırakırdı.Dedem öldükten sonra bahçeyle babam ilgilendi.Sevgiyle büyüttü her bir çiçeği.Günebakanlar huzurla yüzlerini güneşe çeviriyordu,çilekler yerlerindeki memnuniyetlerini tatlarına yansıtıyordu.Bahçede renklerin melodisiyle huzur buluyordu insan…


Hala da öyle…


Çiçeğe gülümseyebilmeyi seviyorum ben.Papatyalar baharı hatırlatıyor bana,güller dedemi,hanımeli balkonumuzu,fesleğen sınıfımı hatırlatıyor.Güzel kokularına,canlı renklerine karşılık gülümseyebiliyorum sadece.Görebiliyorlardır beni değil mi?


“Kayıp Gül”ile birlikte çiçeklerden de bahsetmiş oldum.Aslında bu konu hakkında çok daha fazla yazabilirdim fakat;nöbetim artık perşembe günleri olduğu için ve birinci sınıfların bugün en çıldırdıkları gün olduğu için yorgun olduğumu hissediyorum.


Nöbet esnasında 2.sınıftaki bir kuzucuk:”örtmenim bana sakkııısss alabiliiii misiiiiin?”dedi.”Ne için?”gibi saçma bir soru sorduğumda “çiğnemeeek içiiiin”diye yüzüme uzaylıymışım gibi bakarak cevap verdi:)Çocukların içtenliğine hayranım:)Gidip sakızını alayım:)

1 Mart 2010 Pazartesi

Haftanın ilk günü ve kayıp gül


Yeni ayın ilk iş günü…


Sabah gözlerimi açmaya zorlayan şey,diğer günlerin karanlığına inat unuttuğum perdeden sızan sıcacık güneşti.Güneşi memnun etmek adına güne gülümseyerek açtım kapımı.Sinir bozukluğu yaşamamla mutluluğum arasında geçen süre sadece on küsür adımdı.Bir gün öncesinden hazırladığım evrakları,sınıf etkinliklerini evde unuttuğum için,geri dönmek zorunda kaldım.Evden ikinci sefer çıktığımda güneşin benden pek memnun olduğu söylenemezdi:)O da unutkanlığıma aldırış etmeyenlerden...:)


Sabah,derslerin yoğunluğuyla geçiverdi hemen.Öğlen yine topluca yemeğe davetliydik.Teyzecik sevgisini katarak bize harika yemekler hazırlamış.Anlattığı hikayeyle iştahım kaçsa da,orada olabilmek mutlu etti beni…


Teyzecik de geçen sene gelmişti okuma kursuna.”Kafam almıyor işte!”dedikçe kızıyordum ona,böyle düşünme diye...Aile baskısıyla 13 yaşında evlenmiş.”Bu çocuk daha,vura vura adam edin!”demişler.Dayakla iyi bir ev hanımı,geç algılayan bir birey haline dönüşmüş.Bu yüzden okumak istese de çabuk unutuyor,söyleneni geç anlıyor.Eşi sanırım öldüğü için eşinin kardeşiyle evlendirmişler.Dokuz kız,bir erkek çocuğu olduktan sonra hastalıkları daha da artmış…Nasıl artmasın ki!


Köydeki her minik evin,büyük hikayeleri var.Benimse duygusal tarafım fazla gelişmiş olacak ki çok çabuk etkileniyorum hayatlardan…


Neyse hüznü dağıtalım:)




Her çocuk patates baskısı yapmıştır okul hayatı boyunca:)Biz de bugün yapalım dedik.Kuzucuklar abartısız bir kilo poşetle geldiler sınıfa.”Hiii bunlar ne,yemek mi yapacağız?”dediğimde güldüler hepsi.Kimi zaten patatesleri kızartmalık soymaya başlamış bile:)İşin tuhaf yanı,ben patatese şekil vermeyi unutmuşum.Yaptığım ağacı bir şeye benzetemeyince,elimde patateslerle müdür yardımcımızın odasına gittim”Bana şekil yapar mısın?” diye:)Sağolsun hem bolca gülümsedi halime,hem de yardım etti.Bir etkinlik daha böylece tamamlanmış oldu.Patatese şekil verememe beceriksizliğim de kanıtlanmış oldu…




Okulda bolca vaktimiz olduğu için kitap okumaya vakit ayırabiliyoruz.Öğlen aralarında hele de dışarıda güzel bir hava varsa masaları dışarı atıp hem güneşin tadını çıkarıyoruz,hem de kitaplarımızı sıcacık çaylarımızla okuyabiliyoruz.Okumayı istediğim kitaplardan birini arkadaşımda görünce”ben de okumalıyım”dedim.Kitabını bitirdikten hemen sonra verdi okumam için…


Kitabımın adı Kayıp Gül…Kitap hakkında bir çok yorum yapıldı.Genç romancı Serdar Özkan’ın ilk romanı bir çok dilde okuyucusuna sunulmuş.Ben de okuduktan sonra fikir sahibi olacağım…


Evet şimdi okuma vakti…