29 Ağustos 2010 Pazar

Hayat bu işte...


Hayat işte…

Bazısı yanlışı sever bu yolda…
Kimi gördüğü otu,böceği,ne varsa her şeyi kardeşi bilir;aldanır…
Bazısı kurban olur,çeker içini.Bilinir ya rüyalarının hepsi besili!Kaçınılmaz,kurban olurlar…
Kimine sanki bir kör kar yağar.Masal bu!Kar beyaz olsa ne yazar?!
Kimi de ince yarayı kaşır durur.Hem tatlıdır hem kaşınmalıdır.Sonuç;can kanatır…
Akşamı bir yük kamyonu gibi çalışanın...Serinlemek için çıkar dağlara,yine akşam güneşiyle güreşir.Yorgundur,yorulur…
Kiminin merakı çekmiş gitmiş bir yerlere,unutuyor gölgesini,
Kimi zaten bileti geçersiz bir yolcu,kendini bildi bileli…
Fotoğraf bile kendine bakmaktan yaşlanmış,boş oda,boş salon,bomboş…
Kimi ölür de vazgeçmez ölmekten,
Kimi,diri diri gömülmekten…
Bazısının dili sürçer özgür vezinlerde,uykusuzluğa alışır,
Bazısı bankalarda yaşamak için tedavüle karışır…
Yolcular ellerinde günleri tutar ürkek vagonlarda,
Günler yarım,ömür;günden de eksik…
Kimi acısına ortak etmez,kendisiyle yetinir,
Gizemi erişir buza,kendi gizeminde erir…
Nesneler gibi gölgesine sığınmasın insanlar.Yalnızlığa alışmasın...
Her bir noktada farklı ışıklardayız hepimiz...
Bugün kapılarını hayata kapatan insanları düşündüm.Yalnızlıklarında hüznü gördüm.Kaşlarının namlu gibi çatıldığı sedirlerini,yıpratılmaya korktukları yüreklerini gördüm.Açılsın kapılar,yer edinmeyi bilenlere…
Kapılara inat;
Sen de aç kapını bezirgân başı…
(resim:deviantart)

25 Ağustos 2010 Çarşamba

Kuzucukların sağlık muhabbetleri:)


Okul salonunda temizlik sunusu yaparken elleri sabunla yıkamanın öneminden bahsediyordum ve mikropların ancak bu yolla ölebileceklerini önemle vurguluyordum.
Birinci sınıf öğrencisi ısrarla 'ööörtmeniiiim!!'diye bağırıp söz istedi:
Peki sadece suyla yıkasak noooluuurrr?
Tabiî ki cevap yine yanındaki Abdüş(Abdurrahman)'den geldi:
E o zaman da mikroplar bayılırlar:)
****************************************************************************
Sınıfa heyecanla mikroskop getirip,günler öncesinden beklettiğim sudaki mikroskobik canlıları gösterecektim.Ben laboratuvar kapısını kilitlerken sınıftaki sesleri burnumun dibindeymiş gibi hissediyordum.
Sınıftan içeri girdiğimde  öğrencilerim,aralarında elleri en kirli olan çocuğu seçip elini mikroskobun arasına koymuş beni bekliyorlardı.Fırsattan istifade daha çok mikrop görebilmek için!!:)
*******************************************************
"Hastaların iyileşebilmesi için yeni bir şey icat etseniz resmi ne olurdu?"diye sormuştum.Birçoğu farklı şeyler çizdiler.En güldüreni ise,beyaz sayfanın üzerindeki nane ve limon resmi olmuştu…
*******************************************************
Yoğun geçen dersleri bünyem kaldıramamış,üstüne içtiğim soğuk su yüzünden bademciklerim şişmişti.Ders esnasında başımı masanın üstüne koyuverdim.Minik bir el omzuma sevgi dolu vurup:
Sen hastasın herhal öretmenim,yarın gelme!
dedi…
**********************************************************
Okulda her hafta düzenlenen etkinlikle en temiz sınıfa beyaz bayrak veriliyordu.Genelde ödül cuma günleri verildiği için de tüm okul deli gibi sınıf temizliyordu.Mini mini birler hariç…
"Bizim neyimiz eksik?!!" düşüncesiyle kolları sıvayan birinci sınıflar önce öğretmenlerinin masalarına bir kova su dökerek temizliğe girişmişler.
Kapıyı da kapattıkları için sınıfta olan biteni ancak kapı altından sızan köpükler ve gülüşmelerle anlayabildim,
Manzarada,her yeri köpük olmuş kikirdeyen dişsiz erkekler,defterleri ıslanan kızlar vardı.
*******************************************************
Suyla mikropların bayıldığını düşünen Abdurrahman(Abdüş),ellerinin köpüğüyle merdivenlerden düşüyor.Ağlamasını beklerken,benden ayna istiyor ve “çilleriiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiiimmm”diye bağırıyor.Çillerinin ona çok yakıştığını düşündüğü için arkadaşlarından teselli bekliyor.
"Yapma be Abdüş,burnunun üstündeki bir tane benek gitmiş,üzülme!"diyor diğer afacan…
Gülüyorum…
*******************************************************
Kişisel bakımını yapan insanların daha az hastalığa yakalandıklarını söylediğimde,öğrencim soruyor.
Hep hastasınız ama;kişisel bakımınızı yapmıyor musunuz ürtmenimmm?
Diyor…
******************************************************************
Soruları,sorunları,komiklikleri ve masumlukları hiç bitmiyor...
resim:Kuzucuklarımın  üçüncü sınıftayken şımarık halleri:))

21 Ağustos 2010 Cumartesi

Yalnızlığın ilacı;Bir tas şeker


Kırışık ellerin taşıdığı bir tas şeker,muhabbeti aratan…

Hayata direnemeyen omurgalarında koca bir yalnızlık barındıran...
Uzun ve yalnız bir ömrün pençesine düşen;O…
Kerpiç evin duvarlarındaki denizin dalgası,titrek ellerin fırça darbeleriyle oluşturulmuş,neredeyse yontma taş devrine rahmet yağdıran evin en sakiniydi...
Evin yolu geçeni değil de sonbaharın demini karşılıyor gibiydi…
Sarı,kuru,ayazı olan bir yol…
Köyde yaşayan tek oğlundan da ümidi kesmiş,hayata küsmüş,gülüşü hüzne kilitlemiş kendi halinde yaşıyorken,köye gelen öğretmenlerle konuşmak ümidiyle elinde bir tas şekerle okul kapısında belirirdi.
Öyle ya,ne yemek yapacak derman kalmıştı ellerinde,ne de konuk edebileceği bir yer…
Küçük odasına sığamayacağımızı düşündüğünden,elinde bazen bir çay,bazen akide şekerleriyle kapımıza kadar gelir,sohbet ederdi…
Sınıf penceresinden evine doğru baktığımda elinde odun parçasıyla toprağı çizdiğini görürdüm.
Sadık yarinin toprak olduğu düşüncesi içine yerleşmiş olacak ki,onunla dertleşecek kadar içine sığmayan bir şeyler vardı…
Sözler,yaşanmışlıklar,acılar…
Anlatmadı,anlatamadı derdini hiç…
Elinde dul kalmış bir yaşam vardı sadece,bankalara yatırılamayan…
Bankaya yatan da sadece yaşlılığının karşılığıydı…
Dumanlar tütüyor bahçelere kurulan sobaların üstünden.Çocuklar evlerin arasına sıkışan yollarda kendilerine oyunlar üretiyorlar,top yapıyorlar çamaşır suyu kutularını.Kadınlar tek merdivenli kapı önüne tüneyip,eşarplarının ucu ağızlarında birbirlerine laf anlatıyorlar.Erkekler evden bozma köy kahvesinde zamanı geçiriyorlar,telaşsız…
Geriye evin tek göz odasında,sedir üstünde,camdan dışarıyı seyreden yaşlı kadınlar kalıyor…
Ve bir de,
Yalnızlıktan firar etmek isteyen,yine de geçmişin elini bırakmayan bir kadın;
Selvi nine…

19 Ağustos 2010 Perşembe

Unlu bir gün:)


Yemyeşil bir bahçe...
Kuşlar ötüşüyor,hallerinden mutlu oldukları görünüyor.
Hava sıcak.
Teyzem feci gaza gelerek hamur yoğurmaya başlamış.
Annem "bu işten nasıl sıyrılırım???"diye kara kara düşünüyor.
Çünkü gerçekten teyzem tüm orduya yetecek türden bir aş malzemesi oluşturmaya çalışıyor.(Aş'ın ne demek olduğunu yazımın sonunda anlatırım:))
O esnada İzmir'den gelen sevdiceğin ailesi,ailemi görmek için beni arıyor.Arabalarına binip gidiyorum onlarla...
Annemin gözleri parlıyor,hamur yoğurmak için artık kara kara düşünmesine gerek kalmıyor.
Arabadan indikten 5 dakika sonra,sevdiceğin annesini hamur malzemesi oluştururken,babasını da hamur yoğururken görüyorum:)(Babasının babama bu kadar benzeyeceğini düşünemezdim)
Bahçede bulunan herkes tüm gayretiyle hamur yoğuruyor,kışlık erişteler,makarnalar ve aşlar yapıyor.
Sevdiğin insanın aile dostun ve akraban olması böyle hoşluklar yaratabiliyor.
Tabi bu aile biraz daha farklı:)
Ben ne mi yapıyorum?
Hamur kesme aletinin kolunu çeviriyorum:))
Bana o görevi layık gördükleri için de keyif alıyorum.Hem,kol çevirmek de belli bir zamandan sonra yoruyor insanı.Zor iş:))
Her nedense iş bittikten sonra bir tek benim üzerim baştan aşağıya un oluyor.Kol çevirerek de una bulanabilen ender insanlardan oluyorum...
Üzerimdeki unu suyla temizleme gibi mantıksızca bir hareket yapıyorum ve hamur kıvamına dönüşüyorum...
Velhasıl,açlığı hissetmeden,bol kahkahalı,keyifli anlar yaşıyoruz.
Her günümüz böyle keyifli geçer mi???
Öyle diliyorum ben:))
(Aş:Hamurun makarna,erişte veya üçgen şeklinde kesilerek kurutulmasından oluşan,çorbaya lezzet veren şahane bir hamur türü.)

17 Ağustos 2010 Salı

Özlemin derin uykusu...


Susun!
Özlemler uyuyor içimde,uyanmasın.
Telaşlı bahçemde,gamsız sallanıyor dallar,
Her bir yaprağı tutun,sessizliğini duymasın…
Korkuları bile suda biledim sessiz
“Sus”la büyüttüm özlemi
Sevgimin gölgesinde yürüttüm…
Apansız gidecekti çünkü,eğretiydi…
Ufaladı yüreğimin minik elleri acıyı
Acıyla yedirdim,yorgunluğu ağır dünleri
İştahla biliyordum ki yaşamaktır aşk
Ve yenerek yeşerir tüm filizler…
Düştü bir kere suyun ateşine gönül
Aman gri damlalara bulaşmasın!
Susun…
Özlemler uyuyor içimde,uyanmasın!
                                      ezgilimelodi

14 Ağustos 2010 Cumartesi

Uyku arası;Emniyetten aranıyorum.



Uykumun en güzel yerinde bir an rüya sandığım bir telefon görüşmesi içinde buluyorum kendimi.Normalde,uykumu alamadığım ve aniden  uyandığım anlarda her türlü saçmalamaya meyilli bir bünyem olduğu için,uykusuzluktan her daim korkuyorum.Neticede uyandırılıyorum en derin uykumdan.
"Alo!"
"Buyrun."
"Eeee iyi sabahlar,ben emniyetten arıyorum."
"Hı??!!!"
Beş saniyelik sessizlikten sonraki o cevap:
"Ben bir şey yapmadım ki!"
Hayatımda ilk kez emniyetten aranıyordum.Televizyona bağlanan ismini vermek istemeyen izleyiciler gibi o an beni de heyecan basmıştı.Uyku sersemliğinin üstüne eklenen heyecanımın böyle çocukça bir cevap verdirebileceğini de öğrenmiş oldum.
"Sen eğer öğretmenlik mesleğini senelerce çocukların içinde sürdürmeye devam edersen,çocuk gibi oluverirsin!" demişti,öğretmenliğinin en isyankar zamanındaki annem:)
Karşımdaki görevliye böyle bir cevap vereceğimi o da düşünmezdi heralde...
"Yok,Ezgi hanım zaten ben seçimde görevli olduğunuzu söyleyecektim.Gerekli evrakları buraya uğrarsanız alırsınız."
İkinci sessizlik...
Bu cümleyi duymamla birlikte geçmişe bir yolculuk yaptım.
Seneler önceki seçimde de görevliydim ve bu seçim başıma türlü sıkıntılar sokan bir seçim olmuştu.
Misal,sabah bizi seçim yerine götüren hizmetlimiz yediği bedava fındıklardan zehirlendiği için geç gelmişti.Zor bela yetiştikten sonra köyde muhtarlık kavgası çıkmıştı ve ayırmaya çalışan askerlerden biriyle çarpışmıştık.Çıkan sonuç zarflarının içinden elektrik faturaları,notlar,karalamaları ayıklamak için gereğinden fazla zaman harcamıştık.
Köylü teyzelerimin imza atamadıkları için parmak basmaları gerekiyordu ve ısrarla o parmaklarını bana vermiyorlardı.Ellerim mürekkep olmuştu.
Ha aklıma gelmişken,sınıftaki paravanda oy kullanan teyzem sınıf silgisini getirip"buunnann mıı oy basaciiiizzzz"diye beni komaya sokmuştu.
Sıraya girmeyen bir amca isyanımın son noktasına getirmişti.
En komiği de okuma yazma öğrettiğim(çok konuşmaktan öğrenemedi:)) teyzem harfleri karıştırıp TKP'ye oy atmıştı.Zaten köydeki bir oy ona aitti:)
Bu arada ben düşünürken telefonda hala emniyetten arayan polis arkadaş vardı:)
Gülümseyek iyi günler dedi ve kapattı.
Uyku arası telefon muhabbetlerime bir yenisi daha eklenmiş oldu...
Seçim mi???
Nelerle karşılaşacağımı bilemiyorum.Başlangıç böyleyse...

13 Ağustos 2010 Cuma

Sıcak bir dizi;Ramazan Güzeldir...


İlk kez geçen sene TRT'de yayınlanan bu diziyi seyretmeye doyamıyordum.Şahane bir oyuncu kadrosu,içten esprileri,sıkmayan,yormayan oyunculuklarıyla 30 dakika boyunca izleyeni kendine çeken ender dizilerden...Kısa sürmesi bakımından da insanı bunaltan 90 dakikalık dizilerden daha çekici hale geliyor.
30 bölüm olması beni üzse de,iğrenç esprilerin yapıldığı,saçma sapan dizilerin içinden seçip seyredebildiğim için kendimi şanslı hissediyordum.
Özellikle Tokat şivesi ile konuşan dilenciyi seyretmekten büyük keyif alıyorum.
Dizi,daha önceden İkinci Bahar adlı dizinin çekildiği Samatya'da çekilmiş.Oyuncuları;Erdal Tosun, Tuncay Bayezit, Selahattin Taşdöğen, Sümer Tilmaç, Murat Cemcir, İlker Ayrık ve Şinasi Yurtsever paylaşıyor.
Davulcu manisi, teravih namazı, fırından yeni çıkmış Ramazan pidesi, tekne orucu tutan çocuklar, sahur ve iftar telaşları, Ramazan’ın o sıcacık atmosferi yine bu yıl da bu güzel diziyle birlikte yaşanıyor...
İyi seyirler...

10 Ağustos 2010 Salı

Anıtkabir'i anlatmak...

Ankara’ya gittiğimde,uğramak istediğim yerlerden biriydi Anıtkabir…

Bu kez oraya öğrencilerim için gidecektim…
Derslerimden birinde Anıtkabir’den bahsederken,öğrencilerimin çoğu boncuk gözlerini açmış şaşkın bir vaziyette beni dinliyorlardı.Büyük dedemin,meclis açıldığındaki ilk milletvekili olduğunu,fakat meclise giderken,yolda Ermeniler tarafından öldürüldüğünü,bu yüzden Anıtkabir’de ismi olup resmi olamayan milletvekillerinden birisi olduğunu söylüyordum.Anıtkabir'de Atatürk hakkında öğrenecekleri çok şey olduğunu söylediğimde,merak edip sorular sormaya başladılar.Orada sadece anıt bir mezar olduğu düşüncelerinin yanına yeni bilgiler ekledim.Atatürk’ün kıyafetleri,savaşlar hakkında bilgiler,resimler,belgeler,ev eşyaları,hayran kalınacak bir kütüphane,çeşitli madalyalar,ressamların duvarlara yaptıkları savaşı anlatan resimler,arabalar ve dahası…
Hepsi o an gözlerinde farklı şeyler canlandırdılar.Kimi eşyalara insanların dokunabileceğini düşünüp”Atatürk’ü koklarım o zamaaan!!”diye sevindi,kimi bu kadar değerli olan bir şeyin mutlaka muhafaza edileceğini belirtti.
Düşündüm…
Yani,seneler boyunca anlatıp duruyoruz her şeyi.Hemen hemen hepsi de uçup gidiyor zihinlerinden.Birçok okul geziler düzenleyebiliyor.Köy okulları bundan da nasiplenemediği için ancak anlatıldığı zaman bilgi sahibi olabiliyorlar.
Bu bilgi açlığını gidermek için sanal müzeler oluşturuluyor.Fakat yine sıkıntısını internet problemi yaşayan köy okulları çekiyor.Nitekim ben de olduğu gibi…
Bilgisayarımı hevesle okula götürdüğümde sayfanın açılmasını bekleyerek birkaç saat zaman kaybı yaşamıştım.
Sağolsun yardım istediğim birkaç kişi çeşitli resimler ve sunular bularak en azından projektör yardımı ile çocuklara sunmamı sağladılar…
Ben de gittiğimde fotoğraf çekmeme müsaade edilen yerlerde çekim yaparak dönem içinde onlara sunabileceğim çeşitli albümler oluşturdum.
İmkanı olan her ailenin çocuğunu götürmesini çok istiyorum.Yani,faydalanılabilen mükemmel bir yer varken,gidilmemesi üzücü bir durum olur…
****
Geçenlerde telefonumda yabancı bir numaranın beni aradığını gördüm.Açar açmaz üürtttmeniiim sesini duyduğumda arayanın Ersin olduğunu anladım:)
“Ürtmeniim nasılsın?Tahinin çıkmadı değil mi ürtmenim?(Tayin demeyi de öğrenecek:)
“Yok canım,sizinleyim yine:)”
“Tatiliniz nasıl gidiyor?”
“İyi,Ankara’ya gidebildim şimdilik.”
“Aaaa Anıtkabir’e!!Resim getirirsiniz dimi ürtmenim?”
“Getiririm elbette.Sen ne yapıyorsun?Okula gidiyor musun,kitap okumak için?”
“Yok,ürtmenim,tarla işlerimiz oluyor.Gitmedim valla(Açık sözlü:)
“Bu numara kimin?”
“Senin ürtmenim”
“Hayır arayan numara kimin?”
“Benim ürtmenim”
:)“Kaydediyorum,o zaman.”
“Örencim Ersin diye kaydedersin ürtmenim(Yol gösterici:)
Tüm çocukların selamı var.
Kızlar sabahtan akşama kadar oyun oynuyorlar,haberin olsun ürtmenim(Kızlara düşman:)”
“Hadi öpüyorum Ersin seni.”
“Ben de öpüyorum seni(Öğretmeni arkadaşı zanneder:)”
Telefonu kapattığımda bir süre güldüm…
Sonrasında düşündüm:
Dünyası,tarlanın dört bir köşesi olan çocukların ellerini topraktan arındırıp geçmişi öğrenebilecekleri gezilerin içine soksalar,ne büyük bir iyilik yapmış olurdu,o sözleşmeli öğretmenleri küçümseyen ve hatta oy için geziye çıkan büyük büyük insanlar!!!

4 Ağustos 2010 Çarşamba

Pireler ve cesaret...


Balkondayım…

Gündüzün kavurucu sıcağının aksine derinlerden esen bir rüzgar var.
İnatla canımı acıtan bu sivrisinekler de neyin nesi?
Rüzgara karşı inatla uçuşmaya devam ediyorlar.Tam da benim bulunduğum yöne!
Oldum olası rahat bırakmazlardı zaten böcekler beni.Bilen bilir canımı nasıl acıttıklarını...
Güneşi engellesin diye neredeyse balkon kapısından içeri girmesine izin vereceğimiz akasya ağacı yaprağıyla burnuma giriyor.Hapşırdım,hem de üç kere:)(Böyle bir reklam vardı değil mi?:)Cırcır böceğinin daimi yuvası o ağaç olduğu için cırcır ötüp rahatsız etmekten çekinmiyor.Ağacı sallıyorum.Susuyor.Sonra bir daha!Yine sallıyorum.O susma anlarını içinden ettiği küfürler olarak düşünüyorum.
Rahat bıraktım onu da!
Burnuma iğde kokusu geliyor.
Kaşınıyorum.
Feci saldırdılar bu sefer böcekler…
Böcekler demişken aklıma bir yorumda bahsettiğim anı geldi.
Anılar bol:)
Görev aldığım ilk yıl köyde inek ve koyun fazla olduğu için,okulda öğrencilerin yanında ek olarak böcekler de geliyordu.Bana saldıran da genel de pireler oluyordu.
Pireyi hala göremesem de yarattığı etkileri çok iyi biliyorum.
Amman kaşınmasın kimse!!
Üzerimde harita çizme kabiliyeti olan bu hayvancık gerçekten yorgan yaktırır cinsten oluyordu.Çoğu zaman psikolojimi bozduğu için de,sınıfı dezenfekte edip ez azından içimin rahat etmesini sağlıyordum.
Bu da mesleğin bir yanıydı,ve sanırım köydekiler bununla tanışıyordu…
Derken,üzerinde durduğum temizlik eğitimiyle bu sorunun az üstesinden gelmiş oluyordum.
Geriye bir şey kalıyordu.
Kızların taranamamaktan değişik bir hal almış,paket lastikleriyle toplu saçları…
Evet,aileleri ilgilenmiyorsa ve bu ciddi bir sorunsa,oturur saçlarını keserdim…
Deli cesareti…
Kestim saçlarını kızların…
Tahmin ettiğimden çok daha güzel oldu.Kimine yaylı taçlar,kimine de iki yandan çıtçıt tokalar alıp şekil verdim saçlarına.
Müdür gördüğünde:
“Ammmaaaan hocam ne yaptın?!!Aileleri ne der şimdi!!”
deyince aldı beni bir telaş…
Beklediğim kapı tıkırtısıyla içeri öğrencimin velisi girdi.
Ben telaşla yüzüne bakarken,O
“Ya hoca efendi(efendi der hep bana),Allah razı olsun senden,bir arada ben gelim de benim bi saçlarımı kes olur mu?”
dedi…
Ailelerine sormadan böyle bir şey yaptığım için kendimi suçluyordum.Onların ilgisizliklerini belki de yüzlerine vuruyordum.Bir yandan da haklıydım.Sabah çocuğu yerine ineği doyuran velilerim vardı.Verimin sadece hayvandan geldiğini düşünüyorlardı.Tamam,kızlarım saçlarını kısaltmamdan çok memnundu hatta onların saçlarındaki lastiği çıkarırken zorlanmalarını görünce dayanamayıp kesmiştim saçlarını.
Bir daha böyle bir şey yapmadım.Kızlar artık saçları orta boylarda,yıkanmış ve temiz tokalarla geldiler okula.
Bu düzen için ise aradan 3 yıl geçmişti…
Öncesi ve sonrası diye ayırdığımda,görev aldığım ilk yıl onlar için milat olmuştu...

2 Ağustos 2010 Pazartesi

Kalemin yeniden icadı...


Kurşun kalemler…

Minik ellerin sarıp sarmaladığı,heyecanlandığında sapını kemirmekten çekinmediği,sıra arkadaşlarıyla boylarını ölçüp dersin bölünmesine neden olan uzun,orta,kısa kalemler…
Küçüklüğüme dair en karalaması bol anılar, çantamdaki kalemler,silgiler ve onları içine hevesle yerleştirdiğim kalemliğimle yaşadığım anılardı.
Sınıf arkadaşlarım beğendikleri metalden kalemliğimin fiyatını sorduklarına,onbinbeşbinbeşyüzdoksandörtkırksekizbinyüz…diye abartılı ve uyduruk bir sayı söyleyip,hem pahada hem de manevi olarak bendeki değerinin ne kadar önemli olduğunu anlatmak istemiştim.Öyle ya,bana hediye eden annemdi…
Üzerinde arı maya deseni olan silgileri koklamamıza izin vermezlerdi,kanser yapıyormuş diye…Halbuki ne kadar güzel kokuları vardı silgilerin!
Kurşun kalemlerimi de kemirmeyeyim diye sapına yaylı,renkli oyuncaklar takardı annem.Bu kalem oyuncaklarının,öğretmenimden azar işitmeme neden olduğunu bilmezdi çünkü!


***
Öğrencilerimin mektuplarının,hediyelerinin olduğu ahşap kutumda bir şey gözüme ilişti.
Çocuklara yazı yazdırırken arka sırada yazı yazmak için kendini parçalayan bir öğrencim vardı.Yanına yaklaştığımda yeni icadıyla tanışmış oldum.Yazı yazamayacak duruma gelmiş olan kalemin sapına demir geçirerek kalemin ucunu çıkarmış,kalemi tam anlamıyla bitene dek kullanılabilir hale getirmiş.

Masum yüzüne bakakaldım.İsraf edilen onlarca kalemin içinde bu kalem ne kadar da asil görünüyordu.
Benim çocuklarım,yokluğu en zirvesinde yaşadıkları için hayata çok güzel bir ders veriyordu.
Yanına eğilip daha geçenlerde ona verdiğim kalemi neden kullanmadığını sordum.Derslerin birinde ödül olarak hediye ettiğim için saklıyormuş.”Kullan!Bitince sana hediye edeceğim çok güzel kalemlerim var!!”dedim…
Kalemini de saklamak istediğimi söyleyip elinden aldım…
Kutudaki her bir parça ayrı bir anıyı barındırıyordu ben de,kalemi gördüğümde o anıyı bir kez daha yaşadım…