10 Aralık 2011 Cumartesi

Bir küçük kutucuk,içi dolu mutluluk..


Köye herhangi bir araba geldiğinde çocuklar o arabayı “aşıcılaaaaaar!”diye karşılarken,biz de “müfettişleeeeeeer”diye karşılarız:)
Okula gelmez araba,geldiğinde de televizyonda şahit olduğunuz araba peşine üşüşen çocuklar gibi bizimkilerde arabanın etrafını saralar,peşinden koşarlar..
Geçtiğimiz hafta da bir kargo arabası geldi okulumuza.Çocukların bağrışmasıyla çıktık hepimiz dışarı.Bir kuzumuz bir de davulumuz eksik yani:)
Öğretmen arkadaşımın Aydınlı ev arkadaşı ona memleketten bir kargo göndermiş.Öylesine,yüzündeki tebessüm niyetine…
Kutuyu açtığında gülümsemeyle karışık bir şaşkınlık yaşadı.
Çekirdek,jelibon,zeytin,biber-patlıcan kuruları ve dahası…
Hepsinden minik paketler yaparak sevgisiyle birlikte sığdırmış küçük kutuya…
Ne süslü paketler,ne yaldızlı sözler,ne de pahalı hediyeler…
O kadar güzeldi ki,öyle duygulandım ki!..
Minik öğretmenler odamızda hem zeytinleri yedik hem de gülerek”bizim de arkadaşımız olur mu arkadaşın?”dedik:)
Sevdiklerinizi içinizden gelen bir güzel sözle,ya da elinizden geldiğince yapabildiğiniz sürprizlerle mutlu edin.
“Beğenir mi?”korkusu yaşamadan…
Benim evlendiğim insana ilk hediyem bir ekmekti…
Fotoğraf:Fotoğraf Çekmecesi :)Eller bizim ama:))

24 Kasım 2011 Perşembe

ÖĞRETMENİM BEN!!!

"Devamlı değişen müfredat ile, kafası karışan bir bedenim ben.
 Çırpınıp bir şeyler vereyim diye eriyen, tükenen ve bitenim ben...Tatili herkesçe dile dolanan, geçim derdi ile aklı bulanan, susuz, yolsuz dağ köyüne yollanan, itiraz etmeden de gidenim ben.. 8-5 memurun gözüne batan, kimisine göre yan gelip yatan, İlim düşmanıyla muhatap olup,... gençliği bir dağın başında kalıp, her eylül ayında umut...la dolup, sonra yavaş yavaş tükenenim ben.. Bir harf vermek için binbir film çevirip, öğretince çocuk gibi sevinip, 8 ay uğraşıp dönüp devinip, 10 dakikaya teftiş edilenim ben...Kimsesizim, ağam da yok dayım da, bir seçimde varım bir de sayımda, senede bir defa kasım ayında, yalandan kıymeti bilinen bir garip memurum, ÖĞRETMENİM BEN!!!!!!"


Takım elbisesiyle intihar eden de öğretmen,kansere yenik düşen de...
Eşinden,çocuğundan ayrı kalan da öğretmen...
Bir olan,birlik olan,birlikte toprağın altında kalan da öğretmen...
Hediye veremediği için utanan;sebebini de annesinin hasta olmasına bağlayan
getirdiği lif ve çorap ile havalara uçan çocukların da sahibi öğretmen...
Atamadılar!
Attılar,unuttular...
Mesleğine kavuşamayan bütün öğretmen arkadaşlarıma sabır diliyorum...





15 Kasım 2011 Salı

Kayıp Balık:)

Uzun zaman oldu yazmayalı,ortalardan kaybolalı…
Kayıp balık gibi hissediyorum kendimi,belki de böyle olsun istiyorum:)
Aslında nereye gideceğini bilemeyen bir balık gibiyim.İki ayrı şehirde iki ayrı düzen kurmaya çalışıyorum.Yoruluyorum,yoruluyorum ve yine yoruluyorum…
Bayram öncesi hastalıkla boğuştuğum için benim yeni öğrencilerimden birisi”öğretmenim bedene çıkak da sen de kafanı dinle!”dedi.Kafamı dinlemeye ihtiyacım olduğunu çok iyi biliyorlar
Kafamı dinlemek istiyordum.Kurban Bayramı tatilini uzatıp güzel İzmir’e doğru açtım yelkenimi.İyi de etmişim,gidince anladım:)
İzmir’in ılık-tatlı havası,akraba ziyaretleri,Kuşadası,bolca yemek:)ve sevdiklerimle olmak bana çok iyi geldi.
Dönüşte uçağı kaçırma korkusu yaşasam da gittim,geldim çok şükür…
Buralarda kar var yine…Sabah okul servisini beklemek işkence haline dönüştü.Yol üstünde havlayan köpekler beni uykumdan ediyor.Uykulu uykulu”size dee günaydıııın!”diyorum onlara,arabadakiler bana bakıp gülüyorlar.
Bazen öğle arasında yemek için şehirden simit alıyordum.Elimde poşetle okula girerken bir şeyi unutmuşum;çocuklar elimdeki o poşeti görüyorlar!
Bunu elime bozuk para tutuşturan çocukları görünce anladım.
Ehh onların da canı simit istiyor,para veriyorlar bana kendilerine simit almak için…
Dikkat edemiyorum bazen,onların neye odaklandığını bilemiyorum.
Artık canım simit istemiyor…
Soğuyorum
Üşüyorum da…
“Serenad”,”İskender” ve şimdi yeni okumaya başladığım “Od”…
Hepsi de ayrı bir tat bırakıyor bende…
Kitap okumayı hızlandırdığım için mutluyum…
Özetle;üşümek,soğumak,mutluluk,yorgunluk ve kaybolmak
Bu aralar bunlarla meşgulum.
Ya siz?





19 Ekim 2011 Çarşamba

...

Her sabah 6.30da kalkıyorum.Ayakta uzun süre kaldığım için mutlaka kahvaltı yapmam gerekiyor,bunun için çok daha erken uyanıyorum.Gökyüzü hâlâ uykuda...
Yüzümü yıkayıp,kendime göre minik bir kahvaltı sofrası hazırlıyorum.Öğle aralarında yemek yiyemediğimiz için çantama atıştırmalık bir şeyler koyuyorum.
Sabahın ayazı parmaklarımı kesiyor,yüzüm acıyor.Servis aracında her zamanki yerime oturuyorum.Ağaçlar yapraklarını dökmeye üşenmiş,rüzgârı bekliyor...
Ellerimde poşet oluyor genelde.Köy çocuklarının istekleri bitmiyor;kalem,kağıt,boya,defter ve hatta simit!!
Annelerinin yaptığı tandır kokulu ekmeklerden sıkılmış olacaklar,susam kokusu istiyor her biri,susamı özlüyorlar...
Her teneffüs yaralanan bir çocuk oluyor,yaralarını sarıyorum.Gariptir ki ağlamıyorlar,ben tepki verince süzülüyor gözlerinden yaşlar,dayanamıyorum...
Ergenlik sorunlarını paylaşıyorlar ders aralarında,utangaç utangaç yüzüme bakıyorlar...
Sinirlendiğimde minik ellerini uzatıyorlar;gözlerim doluyor,susuyorum...
Hiçbir kan bağım olmayan bu çocukları,çocuğummuş gibi sahipleniyorum.Hüzünlerine ortak oluyorum...
Aklıma şehit olan askerler geliyor,hepsi çok küçüktüler.Onların da sıralarının altında beslenmeleri vardı,ellerinde sivritilmiş kalem tozları...
"Büyüyünce şehit olmak istiyorum!"çıkmamıştı ağızlarından.Ya doktor olmak istemişlerdi,ya öğretmen...
Toprağa çiçek toplamak için eğilmişlerdi,vurulduklarında yere yığılmak için değil!
Güzel hayalleri vardı hepsinin,hayalleri olmadan yaşayamazdı insan çünkü...
Hayatın bilgisi bu değildi,biz geçmişteki kahramanlıkları anlatarak övünürdük...
Bunu anlatacak kelimeler bile kalmıyor,kalamıyor...
Özetle,ben sadece bir harf öğretmenin sıkıntısını yaşarken,bir anne çocuğunu büyütüyor,binbir emekle...
O annenin acısını hayal ederken bile yüreğim sıkışıyor,dua etmekten başka bir şey yapamıyorum....
Zor...

5 Ekim 2011 Çarşamba

ÖNERİ:)

Anlatmazsam duramam:)
Benim canavar bozması öğencilerimle ilk teftişi yaşadım.Sorun çıkmasın diye dua ederken gülme krizine girdim.Müfettiş amcamız-ya da abimiz-  sınıftan içeri girer girmez çocuklarla sohbete başladı.Konu öneriye gelince gelince öğrencilerimden birini kaldırıp"hadi benim için bir öneride bulun!"dedi kendinden emin bir şekilde.Öğrencim ise"Size önerim saçlarınızı biraz kestirmeniz"dedi.O an birbirimize bakıp gülmeye başladık.Evet o da şok oldu:)
"Haklısın önlerden kısaltmam gerekiyor"dedi.
Ders ortasında da yaramazlarımdan birisi beni övmeye başladı.Duygusal konuşmalar,vurgulu cümleler...
Öğlen arası bir öğrencim de parmağını doğrultarak öğretmene"sizin kulübü seçtim kıymetimi bilirsiniz artık"dedi.
Seniii seçtiiiiim pikkaçuuuuuuuuuuuu der gibi:)
Okul çıkışında da şikayete geldi birisi:
Örtmenim yaaa,bu bana "seni çöpe atacağım poşete yazık "dediiiiii.
Çoook renkli öğrencilerim var çooooook!!

3 Ekim 2011 Pazartesi

Öylesine

Siyah saçlarımı severdim
Bir değişiklik oldu;hem kısaldı hem boyandı saçlarım.
Yok,psikolojim bozuk değil:)Mesela henüz donma hastalığı olan öğrencim sınıfta hiç donmadı.
Derste çok bağırmadım.
Güzel haber bu değil mi?:)
İyiyim yani ben
Hâlâ gülümsüyorum yukarıdaki gibi:)
Saçlarımı ellerimle karıştırıp şebeklik yapabiliyorum.
Annem "bu büyümedi"diyor.
Büyüdüm mü ki?

27 Eylül 2011 Salı

Şokundayım...

"Şubat atamaları olmayacak"diyen BAKANın sözlerinin,
"Okulun en berbat sınıfını aldın"diyen arkadaşların sözlerinin,
"Allah sağaaaaa sabır versin,öğretmenim!"diyen yeni öğrencimin sözlerinin,
ŞOKUNDAYIM!!!
Bu yüzden,yazmıyorum,yazamıyorum,daralıyorum,bunalıyorum.Bir öğrenci düşünün ki,sınıfın içinde araba sürüyor,ağzıyla garip sesler çıkarıyor ve ben "yapma!"yerine "hadi arabanı park et artık!"diyorum.
Bir tanesi ders sırasında donakalıyor,korkuyorum.Öyle boşluğa bakar gibi bakıyor...
Hele kızlar...
Gözleri açık uyuyorlar...
Bir sınıf düşünün ki,içeriye girdiğimde beni alkışlıyorlar.Onlara "artık beni üzmeyeceksiniz sanırım"dediğimde ise hep bir ağızdan "yuuuoooooook"deyiveriyorlar.
Eski öğrencilerim bile durumun farkındalar,şimdikileri tehdit ediyorlar beni üzmemeleri için.
Herkes acınaklı gözlerle bana bakıyor.
Kuzular gitti canavarlar geldi:(
Onları kuzu edecek güç ve yetenek bende var mı,işte ondan şüpheliyim...
Ağlamak istiyorum...


25 Ağustos 2011 Perşembe

Cesaretim Şehrim Kadar Küçük mü?




İnsanların birbirini yormaktan çekinmediği küçük şehrimdeyim.Seslerin birbirine karıştığı yemek masasında  tatlı olmayan tek şey,insanların üzerinde biriken mutsuzluk tortuları...
Ellerim çenemde,sadece dinlemekle yetiniyorum  sohbet eden insanları...
Havada depresyon ilaçlarının isimleri uçuşuyor.Mutsuzlukların neden olduğu hastalıklar bir bir sıralanıyor.
Kimi eşinin değiştiğinden bahsediyor,kimi ortak yaşamın zorluğunu anlatıyor...
İnsanların birbirlerinin hayatlarına çok kolay müdahale edebileceği  bir yerde yaşamanın sıkıntısı diye düşünüyorum.Özünde iyidir insan;ama insan konuşuluyorsa bir şehirde iyilik maske gibi düşer,belki de kaybolur gider...
Çünkü herkes kendisi olmaktan çıkıp,insanların istediği doğrultuda yaşamaya çalışırlar.
Ömürlerinin yitip gittiğini bile bile...
 Görev yaptığım köye yeni atanan bir öğretmen arkadaş,"Ya burada insanlar yatakta uyurken senin kaç kez döndüğünü bile biliyorlarmış"dedi ciddi bir şekilde.Güldüm...
Haklıydı aslında.İnsanlar,burada sadece çalıştıkları zaman konuşmaya yer bulamaz.Kadınların çoğunluğu işsizlikten sıkıldığından,apartmana kim girer,evin önünden kim geçer,x'in suratı neden asıktır,hepsini bilirler.
Evden çıksalar bile,gidebilecekleri çok fazla bir yer yoktur çünkü...
Kayınvalide Aliye Rona'nın bir doz daha üstüdür nedense.Hep böyle mi olmalıdır,bilinmez...
Gelin eğer kilolu ise,hiçbir şeyi dert etmediğini görürsün yüzünde.O da öyle der zaten...
Bir de çekirdek aileler vardır.Bu ailelerin çocukları ilk başta isyan etseler de büyüdüklerinde aslında ne kadar zor bir sınavdan geçtiklerini fark ederler.Kendilerini geliştirebilmek için türlü çaba sarfederler,hata yapmamak için çırpınırlar;aslında hata yaparak öğrenilebileceğini bilmezler...
Otobüsteki tuşa basıp basmama konusunda kararsız kaldığım için bir durak sonra da indim.Uçağa ilk kez yalnız bindiğimde yanlış bir şey yapmaktan da korktum.Birinci sınıfta okul müdüründen  haksız yere enseme yediğim ilk ve son tokattan itibaren ben böyleyim...Belki öğlen yemeğinde benim muhabbetim geçecekti.
Çünkü hepsi tanıdıktı...
Ve ben hâlâ kalabalıktan da ürkerim...
Belki bu yüzden cesaretsizim...


Yazıyla hiçbir bağlantısı olmayan not:Sayfamı ziyaret eden bir okuyucum,kendi siteleri hakkında bilgi vermem için benden yardım istemiş.Kendisine sayfam ile ilgili yaptığı yorumlar ile ilgili teşekkür ediyorum.
"Şehir Fırsatları"adı altında var olan birçok site ile karşılaşmışsınızdır.Bu siteler sayesinde istenilen ürün daha indirimli bir şekilde kullanıcısına ulaşıyor.
Bu fırsatlardan yararlanmak isteyenler  http://www.indirimlr.com/ sitesini ziyaret edebilirler.


23 Ağustos 2011 Salı

Tatil Tabakları:)

Bunlar benim olmalı dedim.
Baktıkça tatil özlemimi gidermeliyim.
Ve oldular da:)




22 Ağustos 2011 Pazartesi

Zaman Sonra...



Ben buradayım:)
Okumakla yetiniyorum şimdilik...
Mutlu geçsin haftanız...
Sevgiler;)



25 Haziran 2011 Cumartesi

Yazmak İçin...



Henüz tatili tam anlamıyla yaşayamasak da,benim için 17 Haziran tatildir:)
Tatil havasına girmiş olduğum için de içimden yazmak gelmemektedir.
Peki ben gereksiz Seminer döneminde ne yapmaktayım?
Boş oturmakla birlikte bebek sevmekteyimm:)
İzni biten öğretmen arkadaşım bebeğiyle birlikte okula gelmek zorunda kaldı.Anneannesi gelene kadar da dört gün boyunca bize eşlik etti şeker kızımız..
Yok böyle bir tatlılık!Pembe,kırmızı,sarı...Bütün renkler bebeklere yakışıyor.Zaman onunla daha bir güzel geçiyor.
Gerçi ben eline grisini verdiğim için de diğer arkadaşlar benden çekip alıyorlar.
Valla kemirmek hoşuna gidiyor.Hem öyleyken kucağımda da duruyor:))
Bir de yine müfettişler geldi okula!Ve yine eleştirecek şeyler buldu.Çocuklara sınıfça çekindiğimiz fotoğraflar dağıtacaktım.Masanın üzerindeki fotoğrafları görüp"Arkalarına da bir şeyler karalasaydınız!"dedi.Yapasım vardı,ama yapmadım!
"Ne güzel düşünmüşsünüz!"çıkmadı ağzından...
Uzun konuşmasını,tatlı kuzucuk çığlık atarak bozdu.O da dayanamadı:)
Ben de bebekken böyle okullardaydım...
Çalışan annenin çocuğu olmak ne zor!
Bebeğin her türlü oyuncağı odanın etrafında olduğu için telaşla toplayamadık.Haliyle erkek arkadaşımız sandalyedeki oyuncağın üstüne oturdu.Oyuncaktaki ses hiç susmuyor.Gülmekten dağıldı herkes:))Müfettişler de gülmekten oturamadılar:)
Aynı gün okul merdivenlerinde güneşlenirken,küçük bir çocuk nefes nefese yanıma geliyor:
"Öğretmeeeeeen!"
"Efendim?"
"Annem dedi ki,sürmeli gözlerinden öperim onu,dedi"
"Eee?"
"Öyle işte:)"
Annesi sohbet arasında söylemiş,çocuk da annesinin yerine gelmiş:)
Henüz 5 yaşında:))




Bugünlerde severek dinlemekteyim:)

14 Haziran 2011 Salı

2,3,4,5.. derken...

Sayfamı seneler önce oluştururken,"kuzucuklar"başlığı altında yazılar yazmam gerektiğini düşündüm.Çünkü,hayat hikâyeleri,sordukları sorular,verdikleri cevaplar,özetle yaşadıkları her şey anlatılmaya değerdi.
Kime göre?
Elbette bana:)
İkinci sınıftan itibaren öğretmenleri olduğum kuzucuklara veda etme zamanı geldi...
Ve biz de geçirdiğimiz seneleri güzel hatırlayabilmek için bugün doyasıya eğlendik.
Önce kavanoz içindeki en güzel kır çiçeklerini masama koydular.Sonra yüzümü,saçlarımı sevdiler...


İçlerinden maviş gözlü olan kuzucuğum,yanıma yaklaşarak,"Sizi bu zamana kadar üzdüysem özür dilerim öğretmenim,sizi çok seviyorum"dedi...Hafta sonu gittiği şehir pazarından cici bir kolye almış,almakla kalmayıp üzerine ismimi de yazdırmış:)
Ah düşünceli çocuk!!
Sev,sevil,sevin...


Ellerinde tepsiler;içlerinde pastalar,kurabiyeler...
Yüzlerinde kocaman gülümsemeler...
Ezgi öğretmenleri de onlara pasta alırsa mutluluk kat kat artar...


İnanıyorum:
Her seferinde söylediğim gibi "Sizden iyi bir insan olmanızı istiyorum!"sözümü kendilerine rehber edinirler...
Paylaşmayı hiçbir zaman unutmazlar...
Öğretmenlerine olduğu kadar herkese dürüst davranmaya devam ederler...
Teşekkür etmeyi bilirler...
ATATÜRK'ü yürekten severler ve geçmişimizi örnek alırlar.
Güzel gülüşlerini yüzlerinden eksik etmezler...
Ezgi örttmenlerini hiç unutmazlar:)
Çünkü öğretmenleri kuzucuklarını hiç unutmayacak...

12 Haziran 2011 Pazar

Bir Film,Bir Müzik



YAŞAM ŞİFRESİ(Source Code)
YAPIM:2011/ABD-FRANSA
IMDB:7.7-10
FİLMİN ÖZETİ:"Kaptan Colter Stevens (Jake Gyllenhaal) hız treninde uyanır ve buraya nasıl geldiğine dair hiçbir fikri yoktur. Karşısında Christina (Michelle Monaghan) adlı kendinin tanımadığı ama belli ki kadının kendini tanıdığı birisi oturmaktadır. Tuvalette kendine sığınacak yer ararken aynada kendi yerine başkasının yansımasını görmesiyle şok olur ve cüzdanında da bir sınıf öğretmeni olan Sean Fentress’ın kimliği vardır. Aniden trenin içinde büyük bir patlama meydana gelir. Hemen ardından Colter yüksek teknolojili bir tecrit birimine gönderilir ve uniformalılardan Goodwin (Vera Farmiga) onun gördüğü her şeyden haberdar gibidir.
Colter Chicago’da bir treni havaya uçuran ve daha binlercesini de öldürmeyi planlayan bombacıyı saatler öncesinden tarif edebilmek için yüksek-önemlikli bir göreve atanır. Çok gizli bir program olan ‘yaşam şifresi’ sayesinde Colter paralel bir gerçeklikte Sean olarak davranabilmektedir. Trene her dönüşünde Colter’ın bombacının kimliğini tanımlayabilmesi için sekiz dakikası vardır. Her seferinde yeni deliller toplasa da avı onu atlatmayı başarır. Daha fazla bilgi aldıkça, bu ölümcül faciayı önleyebileceğine daha çok inanır -elbette zaman onun önüne geçmezse."
Özellikle son zamanlarda dizilerde ve filmlerde Kuantum Fiziği'ne yer verilmeye başlandı.Benzer konulardan sıkılmış olan izleyiciye bence güzel görseller sunan bu filmler sayesinde zamanın nasıl geçtiğini anlamayacaksınız.
"İnception"gibi bu film de beni etkiledi.Belki yer açısından filmin başlarında konu size sıkıcı gelebilir;fakat aynı olayın farklı şekillerde ortaya çıkması ile film bu sıkıcılıktan kurtulacaktır.
Ben seyrettim,zaman kaybı olacağını düşünmüyorum.Vaktiniz varsa seyredebilirsiniz:)


VE MÜZİK:
Dido:)Dinlemekten asla bıkmayacağım:)Sayfamda yüzlerce şarkıyı dinlettim okuyucuya.Genelde de beğendiler:)Dido'yu da seveceğinizi umuyorum:)
Müzik dinlemeyi seviyorum...
Seçimle ilgili hiçbir şey seyretmek istemiyorum.
Yarın da bize tatilken bolca müzik dinlemeli,film seyretmeli...
İyi pazarlar...


10 Haziran 2011 Cuma

Öğrendim

Minik bir çocuğun bilgisayarı iki kez açıp kapatmasıyla,bilgisayarın bozulabileceğini;bununla kalmayıp onlarca birikimin,dosyaların,çalışma evraklarının silinip gideceğini,geri getirmek için debelenilse de başarılı olunamayacağını öğrendim...
En çok şunu öğrendim;
Bilgisayarınızda önemli gördüğünüz her ne varsa mutlaka yedeklemeniz gerekiyor.
Aslında birçok kişi bunu yapıyor.
Sadece ben ve benim gibiler bunu akıl edemiyorlarlar.
Sinir bozucu bir durum...
Sinirlendim...

9 Haziran 2011 Perşembe

Kısa...

Size hiç minik bir kuzucuk şarkı armağan etti mi?
Hiç "atem tutem ben seni,şekere gatem ben seni"dedi mi?:)
Gül gül öldünüz mü hiç?
"Çobanlıktan kazandığım paraylann 2 yyetteeeleye çeyirdek alacam saağaaa ben örtmeeeeemm"dedi mi?
Gazetedeki harflerden kestiği harfleri panolara asıp,müdürden azar işitmek pahasına "Öğretmenim bizi 6.sınıfta da okuuutt!"diyen çocuklar gördünüz mü?
Ezgi,dördüncü sezonunu tamamlıyor...
Minik kuzucuklarını büyüttü,başka öğretmenlere teslim ediyor...
Ezgi'nin içi buruk birazcık...
Kuzuları da haliyle şaşkın...


minik not:Sayfamı ziyaret eden değerli okuyucu,ziyaret sayısındaki artış ile sen de beni şaşırtıyorsun:)Ben bile bu kadar uğrayamıyorum.Beni yalnız bırakmadığın için teşekkürler...




7 Haziran 2011 Salı

Nikâhta Keramet Mi Var?:)



Haziran ayı içinde olduğuma hâlâ inanamasam da,okul bitmek üzere ya:)
Daha önce de bahsetmiştim;burç yorumlarında her ne kadar "Salı" günü benim uğurlu günüm olarak belirtilse de,benim için en uğurlu gün "Cuma"dır:)
Örneğin;
Cuma günü doğdum.
Cuma günü atamam oldu.
Cuma günü nikâh ve nişanım oldu.(Ne ters insanım:))
Hiç farkında değildim ama Eylül ayında olacak olan iki düğün de Cuma gününe denk geliyor.
Veeeeee
Haftaya Cuma okullar tatil:)))))
Nikâh demişken;imzayı attığım tarihten bu yana şans bize ve sevdiklerimize gülmeye başladı:
Abimin iş konusunda güzel gelişmeler yaşandı.
Kuzenimin eşi bebek bekliyor.
Yaa ben bir de sözleşmeliydim ha yani,hakkıma kavuştum ve kadromu aldım sonunda:)))
Vazoda çiçeklerim solsa da,yorgunluk bedenimi sarsa da ve hatta burada hâlâ yağmurlar yağsa da,
mutlu olmak güzel şey...
Bu aralar yazmak gelmiyor içimden,buradayım demek için yazıverdim bir şeyler.
Orada her şey yolunda mı??
Sevgiler
:)

30 Mayıs 2011 Pazartesi

MSN muhabbetleri:))



Aslında yazacak vaktim yoktu ama beni güldürüp duran kuzu kelebeklerin "msn"muhabbetlerinden bir kısmını sizinle paylaşmak istedim.
Malum,benim kuzular bilgisayarla geç tanıştıkları için,bilgisayar onların en vazgeçilmez eğlenceleri oldu.Şimdilerde  "msn"çılgınlığı başlamış aralarında,sormayın gitsin:)Bilgisayar odasında bulunanlar birbirlerini eklemişler-hepsinin adresinde de benim adım var:))))-yazıp duruyorlar birbirlerine,hem de dilin en sade,en güzel hali ile...Yazım kurallarına onlar kadar dikkat etmediğim için de düzeltmemi istiyorlar:)
Çevirim dışı ileti yazarak"seni seviyorum Ezgi"diyorlar:)
Neyse...
Okul çıkışı bir saat kadar köyde kaldığım için bilgisayar odasına inip,çocuklarla "msn"den yazışıyoruz.Yanımda öğrencim Rabia var.Çocuklara "ben çıkıyorum,bye"diye yazıyorum.Bilgisayar başına toplanan diğer çocuklar hep bir ağızdan okuyorlar:
Ben çı-kı-yo-rum biiii-yeeee
Biyeeee????
"Biyeee ne ki?"diyor bir tanesi.
Cevap veriyor diğeri.
Biyeee,biyeeeee,haaaa Raaabiyeeeee
hahahaha:))))
E ben onlara "bye"dersem onlar da bunu derler:)
Nasıl ayrılacağım ben bunlardan ya:))
Nöbetçiyken de anasınıfı öğrencilerine bağırıyorum,"Beyler aşağıya inin!"diye.Kırmızı önlüklü bıcırık"ohooooo biz daha bey olamadık kiiiii!"diyor.
Öğretmeni bozmakta üstlerine yok yani:)))

29 Mayıs 2011 Pazar

En Son Yürekler Ölür...



"Hayır!"diyemeyen yüreğine o gün de söz geçiremedi...
Annesi için özenle hazırladığı akşam yemeğini yemek için beklerken,arkadaşının sesiyle balkona doğru koştu:
"Hadi bu akşam Sinop'a gidelim!"
"Hayır!"diyemedi...
Babasının ölümünden sonra evin erkeği o olmuş,mahallelinin yardımına koşarak yardımseverliğini bir kez daha ortaya koymuştu.Komşunun halısı,evin badanası-boyası,dostların derdi-tasası,hepsinde O vardı...
Haftalar öncesinde teyzesiyle balkonda otururken"Olur da kaza falan geçirirsem,organlarımı bağışlayın,olur mu?"demiş,teyzesinden azar işitmişti...Sonrasında sevdiği kızdan bahsederek ortamı neşelendirmeye çalışmıştı.Henüz göremediği kızı istemeye gidecekti annesiyle...
Samsun-Sinop yolunda ilerlerken uykusu gelmiş ve arkadaşının arabayı kullanmasını istemişti.Güvenle ilerlediği yolu arkadaşına teslim ederken,kendi güvenliğini unutup sessizliğe dalmıştı.Sayısızca atılan taklalar sonucu,emniyet kemeri takılı olan arkadaşı kurtulmuş,kendisi ise daldığı sessizlikten uyanamamıştı...
Bir hafta önceki konuşmaları,teyzesinin aklına geldikçe çıldırır gibi olmuştu...
"Kaza bu!
Kim bilebilir ki!"
Ölen gencin yastığının altındaki kitabı okuduğunda gözyaşlarına boğuldu kadın...
Okuduğu kitap, kaza sonucu hayatını kaybeden ve organları bağışlanan bir kahramanın hikâyesiydi...
O,"Bir tek gözlerimi bağışlamayın!"demişti...
Organları,hayata tutunmak isteyenlere can olurken,en son yüreği ölmüştü O'nun...
(Yazdıklarımın hikâyeden ibaret olduğunu söylemek isterdim;fakat hepsi beni ürkütecek kadar gerçek...)
Yastığımız altındakileri yaşayabileceğimiz kadar gerçek hayat...
Sevdiklerinize tutunun...
Sıkıca...

23 Mayıs 2011 Pazartesi

EVLENDİK BİZ:)))

Başlık aslında doğru.Evlendik bizJ(Tayin işlemleri için öncelik evliliktiJ)
Spor ayakkabılarla sabahın köründe,başkan vekilinin odasında ellerimizde çaylar attık imzamızı…
E bastım ayağına da damadın;fakat topuklu değildi ayakkabılarım.
AcımadıJ)
Ardından nişan törenimiz oldu bizim…
Bir gariplik var değil mi?
Evliliğin temeli zaten bir garipti.
**
Ben dokuz yaşında bir kız çocuğuyken bir çocuğa aşık oldum.(Öncesinde anasınıfında aşık olmuştum;sevdiğim çocuk yüzünden bayramda ördek bile olmaya razıydımJ)
Aşk dediysem,en sevdiğim oyuncağı paylaşmak,peşinde dolaşmak,hatta annesinden sallanan küpe istemek kadar da doğal bir olaydı benimkisi…
Büyüdük,uzaklaştık,uzak kaldık…
Başlangıç noktamın dokuz yaşım olduğundan bir haber,ben büyümekle meşguldum…
O da büyüdü…
İçimde bir gizli sevgi…
O da büyümüş…
Az gitti,uz gitti,dere tepe düz gitti aşk..Giden belki de aşk değildi,bambaşka bir şeydi…
Aşk yürüdükçe yoldaki can kırıklarına takıldı ayakları…
Aşk,biraz ağladı…
Zaman,son kullanma tarihi olmayan en büyük ilaçtı…
Ve şimdi yaş 26…
İyi bir zaman değil mi?
O bir dakika sildi yılların tüm özlemini…
**
Takım elbiseli amcamız nikah memuru kıyafetini giymek için dolabına yöneldi”direk imzalara geçelim mi?”dedi.
Yok,her şey usulünce olsun dedikJ
“Değerli misafirler !”diye bir giriş cümlesi yaptı,odadakiler gülmeye başladı.
Odada beş kişiydikJ
Aile cüzdanını elime aldığımda kısa bir şok yaşadım.
Henüz biz nişanlanmadık ki?:)
E artık yarın da istemeye geliriz dedi damat,herkes kikirdemeye başladıJ
Sonrasında bahçede aile içinde sıcacık bir tören yaptık.Gerçekten sıcacıktı.Dört koldan yapılan börekleri tabaklara koyan teyzeler ve hatta bahçeye getirilen dönerci amca bile sarıldı,sevdi biziJ
Ardı ardına sürprizler yapıldı.Elbisemin etekleri her türlü çimen,pasta,çamur lekesini üstünde taşıdı.Ayakkabıdan sıkılıp terliklerle dolaştım.Çok rahattım,hopladım,zıpladım...Bir ara bahçede herkesin elinde nikah şekeri vardı.Bu da bana yapılan en güzel sürprizlerden biriydi.Mutlu oldum,herkes de mutluydu...
Şimdi sıra en güzel ay olan Eylül’de…
Yani eksiğimizi tamamlamakta...
Mail atan,arayıp soran herkese teşekkürler…
Okul ve evlilik işleri haliyle yorduğu için fotoğraf ve yazı ekleyemiyorum.
Kısaca özetini yaptım işteJ)
Hadi bana mutluluklar dileJ

21 Mayıs 2011 Cumartesi

MUTLULUĞUN -E"V" HALİ

Anlatacak ne çok şey var aslında...
Şimdilik sadece bu mutlu anı duyurmalı tüm dostlara...
Belki fotoğrafla bir şeyler canlanır akıllarınızda:))

6 Mayıs 2011 Cuma

Bu Muhabbet Bitmez:)

Sınavlar,dersler,projeler,kutlamalar,anmalar yormadı da,çocuklara aynı şeyi onlarca kez tekrarlamak yordu beni…
Nasıl mı?
“Örtmenim,bedenimiz var mı?(Beden’den kasıt derstir aslında)
"Evet,ders programını takip edin!"
Aradan kısa bir süre sonra
“Örtmenimmm,bedenimiz var mı?

“Evet,Çalışma Kitabı 35’i açalım”
“Öğretmenim,sayfa kaçtı?”
35”
“Kaçı açıyoruz?”
35”
“Ders kitabı mı,Çalışma Kitabı mı öğretmenim”
“Çalışmaaaaaaaaaaa”
“35’mi?”
Bu esnada kulaklarımdan dumanlar çıkıyor.

“Ödevlerinizi yapmayı unutmayın!”
“Öğretmenim,nerede yapalım?”
“Evde yapman tercihimdir.”
“Öğretmenim,ev ödevi mi bu?”
“Ya,adı üstünde ödeeev!”
“Örtmenim,Ersin şimdi yapıyor!!”

Ve çocukların asla söylemekten çekinmediği replikler:
“Örtmenim,kitabımı evde unuttum.”
Öğretmenler nasıl cevap verir buna,bir düşününJ))
“Öğretmenim,zile ne kadar kaldı?(Dördüncü saat açlıktan bayılırlar.)
“Önlüğümü neden giymediğimi açıklayabilir miyim?”
“Tuvalete gidebilir miyim?”
“Kavurma yedim de su içmeye gidebilir miyim?”
“Kardeşimden boya alabilir miyim?
“Okuma yarışı yapacak mıyız?”

Ve sonu gelemeyen muhabbetlerimiz:

“Bak,beni çok ararsınız sonraaaa!”
“Öğretmenim,Dilara numaranızı kaybetmiş…”
Çok sinirlendiğim bir gün,”Tayinim çıktı,mutlu oldunuz mu?Gidiyorum işte!”dedim.Sınıfa döndüğümde hepsi ağlıyorlardı.İçlerinden bir tanesi “Hadi hayırlı olsun!”deseydi ne yapardım bilmiyorumJ

“Arkamdakiler konuşmayı kesiiiiin!!”
“Aaa,öğretmenim nasıl görüyoo?”
“Öğretmenler görür!!”
“Yok ya,öğretmen dolabından bakıyomuş..”
Öğretmeni bozmaktan çekinmezler de…

Öyle oluyor ki artık ben değil çocuklar yaptıkları esprilerle cevap veriyorlar birbirlerine:
“Öğretmenim kalemim evde kaldı.”
“Hmm,evlendir o zaman”
Ben değil,onlar söylüyorJ

“İlknur,lütfen sorularla dalga geçmeee!”
İlknur,sınavlarda en ilginç cevapları verir.
Kağıda gülen yüz çizdiğimde ona el,kol,bacak yapar.

Ders sırasında sınıfta dolaştıklarında dersi bırakıp”gümbüdüüü gümbüdü gümbüdü gümgüümmmmmmm!”derim;bakakalırlarJ

"Hapşuuuuuuuu!!"
“Çok yaşayın öğretmenim”
“Öğretmenim,çok yaşayın!”
Diğeri:
“Allah’ın işine karışmayın..”
GülüşmelerJ

“Öğretmenim,tahtadakini deftere mi yazalım?”
“Nereye yazmak istersin?”
“Öğretmenim,yazalım mı?”
“Öğretmenim,sayfam bitti nereye yazayım?”
Yazmamak için her türlü bahaneye hazırdırlar..
Aklıma kadar çok şey geliyor ki,devamı belki daha sonraJ

Güzel bir hafta sonu diliyorum herkes için…

30 Nisan 2011 Cumartesi

Masum Bir Sınav(Dilerim:)


Heyecanlı yürekleri yine sınava sürükledi eğitim sistemimiz…
Annesinin,babasının,yengesinin,halasının elini tutan okulun da yolunu tuttu bu gün…
Benim garip kuzucuklar köy minibüsünden inerek öğretmen arkadaşımla birlikte görev aldığım okula geldiler…
Kızlarım evde ne kadar kolye varsa boynuna geçirmiş,erkeklerim saçlarını güzelce tarayıp kokular sürünmüşler…
Beni görünce gözleri parladı hepsinin…
“Valla örtmenim,yani bir hafta öncesinden yememe dikkat ettim.Yavuz,çikolata yeme dedi ama sanki yemem mi gerekiyordu?”dedi..
Başını severek güldüm..
Çocukluğum aklıma geldi…
Arkadaşlarımdan hem yaşça hem boyut olarak küçük olduğum için,onların bana üstünlük sağlayacağını düşünüp,öz güveni yüksek çocuk profili sergilerdim hep…O kadar da kendine güvenen birisi değildim;bu yüzden hırçındım…
Arkadaşlarıma sınav öncesi gaz veren ben,sınav zamanı bir beş-on dakika uyumuş;sınav görevlisi teyzenin “şşş uyan kızım,sınavdasın!”demesiyle irkilmiştim…
Sıranın üzerindeki harfler bile çıkmış suratıma,siz düşünün artık ne kadar uyuduğumu:)))
Ha bu arada,sınavı kazanmıştım:)
"Uyuyarak kazandım!"diyenlere inat valla uyudum ben de:)
Neyse…
Öğrencilerime başarılar dileyip onları öptükten sonra  görev aldığım salona geçtim.
Bütün zıpırlar benim sınıfa toplanmışlardı…
Öğrenciyken öğretmenlerin ellerini arkaya atıp tepemde durmalarından sinir olduğum için çocukları oturduğum yerden seyretmeyi tercih ettim…
Kendi kendilerine konuşuyorlar,hayali işlemler yapıyorlar,elleriyle garip şekiller oluşturarak soruları çözmeye gayret ediyorlardı.
İki saat boyunca yerlerine çakılı kaldıkları için zilin çalmasıyla hepsi dışarıya koşmaya başladı.
Zil çalınca öğretmeni bile ezmeyi göze alırlar:)
Dilerim hepsi emeğinin karşılığını alır…
Şifrelerin,saçmalıkların olmadığı güzel bir gelecek çıkar karşılarına…
Umut ediyorum şimdilik…
Her şey kötüye gitse de…
Bu günümün şarkısı ve klibi:

24 Nisan 2011 Pazar

Pembe Mezarlık



Bulutsuzluğu özledim,
Denizi özledim,
Yeşili özledim,
Seni özledim...

21 Nisan 2011 Perşembe

A'MÂK-I HAYAL


"Acayip,"Var"ile "Yok" eşit olur mu?Mesela ben şimdi varım,yarın yok olacağım.Bu iki hâl arasında fark yok mu?dedim.
Deli başını çevirdi,kahkahayı kopardı:
-Vay!Sen varsın ha!Acaba var mısın?dedi"
Varlık ve yokluk,iyi ve kötü..
Ancak bu kadar güzel anlatılabilirdi..

Hayalin derinliklerinde bakış açısını değiştirebilecek ender kitaplardan bana göre...
Kitabın sadeleştirilerek okuyucuya ulaşması da kitabı anlaşılır kılıyor.Kısa sürede bitirebilir,tekrardan okumak isteyebilirsiniz.
Bu arada kitap 1910 yılında yayımlanmış...
***
23 Nisan telaşı da içimizi sardı..
Biz hazırız:)
Güzel şeyler olacak...



13 Nisan 2011 Çarşamba

Doyumsuzluk ve Çocuk

Elindeki su şişesinin kapağıyla oynarken,"Biz küçükken gazoz kapaklarından kendimize oyunlar üretirdik,şimdi küçük kardeşimin önüne araba koysam,ben sıkıldım diye tutturur"dedi.
Sonrasında herkes kendi düşüncesini ve başından geçenleri anlatmaya başladı.Kiminin iki yaşındaki yeğeni,doğru düzgün konuşamaz iken gazetedeki bütün araba markalarını sıraladığını,diğerinin akrabasının reklamlar başladığında televizyona odaklandığını,çocukların artık oyunlardan sıkıldığını,sadece bilgisayar oyunlarının onların dikkatini çektiğini anlattılar...
Çocuklarına limon satmayı öğreten halamın,o zamanlar ne yaptığını anlamaya çalışamasam da çocuklarının şimdi iyi birer girişimci olduklarını görüyorum.
Şimdi değil limon satmak,çocukların dışarıya çıkacakları cesaretleri bile kalmadı,televizyon haberleri ve canavarlaşan insan türleri yüzünden..
Peki çocuklar gerçekten doyumsuzlaştılar mı?
Şehirde öğretmenlik yapacağım zaman vereceğim bir şekere burun mu kıvıracak çocuklar?
Zorlanacak mıyım,bilmiyorum.
Oturup geçmişteki çizgi filmlerden bahsetsek-ki zamanında olmuştu-herkesin ortak filmleri,oyunları ve hatta çamurdan yaptıkları bebekleri olmuştur.
İtiraf etmek gerekirse şu an zirvede olan çizgi filmi seyretmeye bir dakika bile tahammülüm yok..E çocuk musun,diyebilirsiniz ama ben eski filmleri seyretmekten gerçekten keyif alıyorum.
Çocuklar zamanlarının çoğunu evde geçirdikleri için  anneleri veya babaları onlarla eğitici faaliyetlerde bulunmaya başladılar.Yapılabilecek en güzel etkinliğin de bu olması gerektiğini düşünüyorum.Televizyonun içine hapseden etkisinden kurtulmak için annelerin gerekli özveriyi göstermeleri ise ayrı bir güzellik...
Evet,benim de ailem ilgiliydi;ama hatırladığım en iyi katkı babamın ödevlerimde bana yardımcı olmasıydı.Geri kalan zamanlarda dışarıda icat peşinde koşturuyordum.Bulaşık telini yakıp maytap niyetine sallamak gibi:)))
Şimdilerde birkaç çocuğu kendi haline bıraktığınızda oyun kuramadıklarını görebilirsiniz.Her birinin ilgi alanı farklı olduğundan bir arada olmaktan da çabuk sıkılacaklardır.
Çocuklar,aklınıza dahi gelmeyecek küçük olayları zihinlerinde tutar ve doğruluğundan emin olamadan kendileri hayata geçirirler.
Bu bir reklam da olabilir,yanlış seçilmiş bir film de..
Keşke onlara mücadele edebilecekleri bir hayat sunulabilse..
Bu şartlarda zor...


12 Nisan 2011 Salı

Ve Bu da Mutluluğun Belgesi:)




Her biri başka bir alemde...

Maksat,sadece onun peşinde koşturmak...
O,dünya...
Ve üst geçit,daha da yaklaştırdı onları semaya...

Paylaştılar;
Salıncağı,oyuncağı,doğayı..
Velhasıl,hayatı...
***
Bugün,lapa lapa kar yağdı buraya..Güvercinlerin tutunacakları dallar kar ile kaplandığı için hepsi asfaltta kendilerine sığınacak bir alan oluşturmuşlar.Minibüs şoförü çeşitli manevralar yapsa da birçoğunu ölmekten kurtamadı..Kötü bir görüntüydü..
Ve ben,yine yine yine bu ani hava değişiminden payıma düşeni alarak hastalandım...
Şaşırtıcı değil mi:P
Bahar,hangi aya gizlendiyse lütfen gelsin..!
Artık gelsiiiiiiiiiiiiiiiiiiiin!!
Yoksa baharı bile görmeden yaz gelip geçecek mi?

10 Nisan 2011 Pazar

Mutsuzluk Bulaşıcıdır;Mutluluk Gibi..









Güneşin yüzüme vurduğunu hissettiğim an,pencereye yönelip masmavi bulutu seyrediyorum..Güne güzel başlamanın bana iyi geleceğini bildiğimden kendi kendime söz veriyorum:
Kimsenin seni üzmesine izin verme!
Mutluluğumu bulaştırmak istediğim arkadaşıma yaklaştığımda;"Çok bunaldım!"diyor..
Al,hadi buradan yak!!
Servis arabasına bindiğimizde bir başkası, "Akşam olsa da uyusam!"diyor..
Türlü olumsuzluklar,aksilikler,somurtuk yüzler;yani çevrenizde bulunan her üç kişiden biri..
Ya da iki mi demeliyim?
Ne oldu bize?
Bazen beni okuyanları düşündüğümde,mutsuzluğuma değil,mutluluğa ortak olsunlar diye düşünüyorum.
Bir küçük resim,bir tatlı anı..
Herkesin mutlu olmaya hakkı var..
Mutsuzluk,cam fanusa saklanmak gibi..
Çevrende olanları görüyorsun,duyuyorsun.Yaşamasan da onca şey seni mutsuzluğa sürüklüyor..


Tüm,hafta boyunca hafta sonu gerçekleşecek olan "Bilgi Yarışması"-ne saçma bir yarış olduğu hakkında konuşmama gerek dahi yok,oldum olası sevmedim-için iki öğrencimi sınava hazırladım.
Geri kalan boncuk gözlere ise"e hadi siz de hafta sonu gelin,sizi de parka götüreyim"dedim..
Çıldırdılar..
Dün,köy minibüsünden indiklerinde hepsinin en güzel kıyafetlerini giydiğini,çantalarını taktığını ve hatta topuklu terliklere varıncaya kadar süslendiklerini gördüm..
Al,sana mutluluk!
Marketten yiyecekleri aldık ve koyulduk yola..
Parkı gördüklerinde hayatı unutup o renkli oyuncakların,salıncakların tadını çıkardılar..
Erkeklerin halı sahaya baktıklarını gördüğümüzde ise,onları sahaya doluşturup deli gibi oynamalarını sağladık.
"Örtmenim,bu sahada düşsen de bişeyyy olmuyor,valla bak!"dedi öğrencim..
Bir de yuvarlandı deli gibi:)
Mutluluk,harcayamadıkları paralarıyla kâğıt helva almaktı.Hepsi birbiriyle paralarını,yiyeceklerini,mutluluklarını paylaştı..
Yolda ilk kez gördükleri üst geçide uzay aracı gibi bakıp ve hatta merdivenlerden çıkıp poz vermelerini unutamam asla..:)
Okula gittiğimizde bir öğretmen geldi yanımıza;"Keşke herkes sizin gibi düşünse,baksanıza hepsinin yüzü gülüyor!"dedi..Ve yarışmayı kazandığımızı işte o an hissettim..
Yarışma unutulacaktı,geriye yaşanan o dolu gün kalacaktı..
Kazanamayanları mutsuzluğa sürükleyen bu tarz yarışmalar,yapanların yanına kâr mı kalacaktı bilinmez..
Öğretmenler kendilerine düşen en büyük payı alıp,onlara mutsuzluğu bırakacaklardı..
Mutlu olurken çevresindekilere mutsuzluk tortuları bırakmamalı insan...
Mutluluğu bulaştıracağınız güzel bir hafta diliyorum...

6 Nisan 2011 Çarşamba

İki Arada Bir Derede Yaşam...



Gittim...
Oldurulamayan yolu,adımlayarak gittim...
Her adımda daha da çamura bulandı çizmelerim..
Kurumuş çamurlu ayaklara kızmamayı öğrendim..
Hak verdim..
Üç-beş bisküviyi ve iyi yürekli bir öğretmen arkadaşı yanıma eş ederek ilerledim..
Boy sırasına giren kardeşlerin yüzündeki kocaman gülümsemeyle kurudu taşlar..
Köyün en tepesindeki ev..
Şato mu demeliyim?
Dağların zirvesinde olurdu en güzel evler..
En azından öyle bilirdim..
Korucu bir köpek,uçmaktan yorulan sinek ve durgun danalar..
Kerpiç kokan eve girerek mutlu ettim Ferdi'yi..
Gelmek istememiş bugün okula..
"Karnım aç,ekmek bitmişti,bir parça yiyebildim"dedi..
Açıkladı annesi:
"Her birine bir parça verdim;yetmedi.."
Sobanın yanına oturuverdi,elleri dizlerinde...
Ha bir de evin kedisi..
Gönlü tok bir kedi ile ilk defa tanıştım..
O da mı açlıkla terbiye edilmişti?
İki anne,on yedi çocuk..
Büyük sıkıntıların içinde sadece çamaşır makinesini hayal eden bir anne..
Belki de ellerinin dokunmasını istediği bir çocuk bezi..
Çocuk..
Hata..
Bilgisizlik..
Umut..


Dili farklı,yüreği aynı...
Iğdır-Köy...
Gidemedikleri memleketleri,ekemedikleri tarlaları,bilemedikleri akrabaları...
İki arada bir derede yaşam...
Hem de bol şükürlü..
Şükretmeli..
Çok..