30 Mart 2011 Çarşamba

Çocuk Kalbi...



Onlar çocuk…
Gözlüklerinin çerçevesi yaldızlı,camı pembe
Masum yürekleri hazır değil derde…
Sözler kalmaz hatırlarında.
Dünya,oyundur;oyun bir dünya!
Kimini bir şeker mutlu eder,
Kimi bir şeker uğruna yok olur gider…

Çobanın miniklerinden Ferdi,onlara gideceğimi duyunca sevinçten dört köşe oldu.Durup durup,”Salı günü gelecektiniz değil mi öğretmenim?”diyerek heyecanına bir yenisini ekledi.Evde oturabilecek bir alan olmadığından”bizim kapı çok güzel,babam da iyi çay demler,kapıda içeriz değil mi örtmenim?”dedi…
"Yiyecekler de benden olsun muuuu?"dedim…
Güldü…
Sınıfımın belki en tembel öğrencisi…Ama o bunu hiç bilmedi…
Bilmesin de…
Dünya’yı kurtaranları görüyoruz.
O kurtarmayıversin…
O,insan olsun…
O,hep böyle cana yakın,güler yüzlü olsun…
Çarpma işlemini hesap makinesinden yapmayı düşünüp,hatta o makineyi öğretmenine aldıracak kadar dürüst olsun.
Amaaaaan
Varsın,olsun…
Büyüdüğünde değil sevdiklerine,en ufak bir canlıya zarar vermesin…
Çocukları sevsin…
Onları sevdikçe aklına Ezgi örtmeni gelsin…
Hissedeyim…



23 Mart 2011 Çarşamba

"Doğum Günü"Ardından...


Ve bu sene,doğum günü;
En güzel günlerini yazabileceğin bir defterin armağan edilmesidir.
İnceliklerin en güzelidir...
“Sana pasta almak isterdim;ama öğrencin değilim.Yazacağım da buydu”diye gülümseten öğrenci mektubudur…
Başından aşağı dökülen poşet ve kağıt parçalarıdır.Ve üflenen tek mumdur…
Kutlamanın en samimi halidir...
Doğum gününden önce zili çalıp”okuldaki en canlı öğretmene,onun kadar canlı bir çiçek armağan edilmeli,değil mi?”diyen öğretmenin elindeki kocaman çiçektir…
Yüzün gülsün kardeşimmmm”diyen ağabeylerin en tatlısının elindeki çikolata paketidir…
Gülüşü güzel Ezgi”olabilmektir,Nihansu’nun gönlünde…
Okulda,evde,cafe’de yenen türlü pasta çeşitleridir…
Her türlü renktir,gökkuşağıdır…
Sevildiğini sanki daha başka bir türlü anlamaktır…
Annedir…Elleriyle yüzünü gözünü sevip durmasıdır…
Ve
En özelindir…
Anlatmak istemeyecek kadar özel…
Bir o kadar da güzel…


Dün,"Kum Saatine Bakan Küçük Peri Kızı"(Suincimmm bilir:))artık 25’i bırakıp 26’ya sıkı sıkı tutundu…
İyi ki doğdu:)
İyi ki dostları,sevdikleri hep onunla oldu…
Soran,sormayan,seven,sevmeyen herkese çok teşekkürler:)

16 Mart 2011 Çarşamba

İçim...buruk...

Ay'ın evrelerini yuvarlak bisküviye çokokrem sürerek anlatmıştım bu gün...
"Ay da böyle tatlı mıdır?"dedi...
Güldük...
Öğlen arasında iki lokma bir şeyler yiyip veli ziyaretleri yaparak günün tatlılığını uzatacağımı düşündüm.Toprak yolda kendimi yokuşun akışına bırakarak,rüzgara inat yürüdüm.Hızlı yürümüş olacağım ki "selammm sabahhh yok hocaaaaa"diyen titrek bir kadın sesi duydum arkamda...
Eğimli bir kütük üzerine oturmuş,ömrünü güneşe doğrultmuş,gölgesiyle sohbet ediyordu.Yanına yaklaştım,kolumu tuttu."Oğlum bile ziyaret etmiyor,gel!gelin!ziyaret edin n'olur gelin!"dedi...
Yüzündeki kırışıklıklar göz yaşının akmasına izin vermiyordu.
Göz yaşları içime aktı...
Yalnızlık zor...diyebildim...Sarıldım...
Evini ziyaret ettiğim öğrencim,ben gelmeden annesine"bak örtmen geliyo,git üstünü değiş,hazırlık yapalım"demiş.İçeri girdiğimde sıcak bir soba,yanındaki kanepede yumuk elli bir erkek çocuğu ve yeni gelin karşıladı beni...
İki gelin,biri felçli iki damat,kaynana,dede ve öğrencimin kaldığı bu küçük evdeki sıcaklık,içimdeki hüznü biraz olsun dağıtmaya yetti...
Kaynana hemen gelini kötülemeye başlayınca birbirimize vurarak şakalaşmaya başladık."Ben seni çok seviyom yaa,ondan anlatıyom haaa"diye de beni güldürerek devam etti anlatmaya...
Sevdiğim patates kızartması sofrada, "hadi yee,sen bizim kızımızsın"diyen büyük gelin yanımda...


Mutsuz olduğum anlarda,yüzüme tokat gibi vurulan hayatları görünce kendimden utanıyorum...
Üzüldüklerime,kırgınlıklarıma...
Çalakalem yazdığım bu yazım öylesine,
Ve hatta kendime...


Öyle işte...

12 Mart 2011 Cumartesi

Özü Çiçek(NEWBAHAR)


         
 Eskipazar sokağının, en dipteki ahşap evden ağlama sesleri duyuldu. Kadın ağlamasından çok bir bebek ağlamasını andıran sesler çökmek üzere olan karanlıkta yankılandı uzun uzun. İnil inil ağıtlar yükselmekteydi, kimbilir ne vakte kadar!...


         Evlerine dağılmak üzere olan kahve ahalisi kulak verdi bu uğultuya. Günboyu konuşmanın verdiği yorgunlukla susan diller hararetli hararetli el hareketleriyle yeniden dile geldi. Kimbilir ne yorumlar yapılmaktaydı vaktini kahve köşelerinde geçiren bu yavan insanlar arasında.


          Elbet bir hikayesi vardı bu ağıtların. Hatta epeyce uzun bir hikayesi. Öyle ki zamanını dedikodu çamurunda kendilerine bir dünya kurmuş karıların ağzını hiç kapatmayacak ve bire bin ekledikleri bir hikayeye dönüşecek kadar.


          Kimileri derdi ki bu ahşap ev sakinleri için, çatışmada şehit olan oğullarının zaman zaman ruhu gelir intikam andı içirmek için kardeşinin boğazına çöreklenirmiş. Bu aslı astarı olmayan dedikodunun yanında daha niceleri vardı ki hayretler içinde bırakır beşeri mahlukatı!...


           İntikam ateşi yana dursun, kadının peşinde bir dederuhi her dolunayda eve gelir, gidermiş. Rengarenk ışıklarla süslermiş evi, oynatırmış kadını!... 


          Ağıtlar, karanlığın basmasıyla kahkahaya döndü. Bu çığırtkan kahkahaların sebebini ihtiyar adam ''geldiler'' diye özetledi! 
Kim gelmişti, ne gelmişti, neden ağlatmıştı, neden güldürmüştü?


          Yediden yetmişe herkes, dilin kemiği yok sözünü tasdiklercesine, kendine göre bir senaryo yazmaktaydı yıllardır. 

Öyle ise şimdi bu hikayeleri boşverip işin iç yüzünü bu ağıtların ve kahkahaların sahibi Çiçek'ten dinleyelim...


Onaltısında gelin idim, bindim atıma
Yanımda ki damat yetmişbeşinde ki dede
O gün lanet ettim kara yazıma
Aldılar beni attılar bir köhne eve.
Yiğidim askerdeydi, beklemekteydi gönül
Zaman geçmek bilmedi, kahroldum 4 yıl
Hamaratlığım ün etti köylerde
Adı çıkmadan evermek lazım böyle yerde
Sürgün ettiler beni kara zindanlara
Yiğidim yerine dede girdi koynuma.


          Böyle dile gelirdi Çiçeğin ağzından kendi hikayesi. Duyanlar duymayanlara anlatırdı, görmeyenler görmüş kadar, bilmeyenler bilmiş kadar ve yaşamayanlar yaşamış kadar olurdu. 


Çiçek gibiydi Çiçek... Özü Çiçek...


           Birgece vakti çalındı köhne evin kapısı. Uykulu gözlerle dedeye çevirdi başını. Dede çoktan derin uykulara dalmıştı. Hatta öyle bir derin uykudaydı artık gözleri bir daha hiç açılmayacaktı. 


          Çiçek korktu yanında ki ruhsuz dededen, kapı çalmasa sabaha kadar yanında yatacaktı ecel geldiğini bilmeden. Dedeyi sarstı çaresiz, nefesini dinledi dakikalarca. 
Kapı halen yumruklanmaktaydı büyük bir ızdırapla. Kalktı çiçek yataktan, kapıya yöneldi koşarak. Hiç beklemediği bir zattı, kapının önünde bekleyen. Yiğidi dönmüştü lakin ne sarılabildi çiçek, ne bakabildi sevdiceğin yüzüne. 
Tuttu kolundan sarstı yiğit, ''gel benimle'' dedi sürüyerek.


''Dede öldü'' dedi Çiçek, 
''Boşver'' dedi yiğit gülümseyerek.
 Çiçek hiç unutmadı o gülümsemeyi.


Gecenin karanlığında saatlerce yürüdüler ovalar aşarak. Sabaha karşı az biraz dinlendiler kuytu bir yer bularak.


Köhne evden feryatlar taştı güneş doğduktan sonra. Kızlar, gelinler, oğullar bir olup aradılar Çiçek'i. Köyde çabuk haber oldu, Çiçeğin kaçtığı, ellere silahlar çalındı, intikam için dağlar tepeler arandı. 
Dediler hep bir ağızdan ''Çiçek dedeyi Öldürdü''


          Gün öğlene döndü Çiçek ile Yiğit şehre vardılar. Öyle acıkmışlardı ki önce karınlarını doyurdular. Yürüdüler epey, karşılarına lunapark çıktı. Çiçek çok sevindi bu renkli oyuncağı görünce. Ne varsa bindiler tek tek, kahkahaları çınladı göğe yükselerek. En son binmişlerdi dönmedolaba. Mutluluk bu olsa gerek diye düşündü Çiçek. Yine güldü, yine kahkahalara eşlik etti gün. Uzansa güneşe dokunacaktı, uzansa bulutları kucaklayacaktı!!...


          Sonra, sonra silah sesleri karıştı kahkahaların arasına. Yiğidin göğsünden alkanlar akmak için yarıştı. Çiçeğin ellerine yiğidinin al kınası sürüldü. İnil inil ağladı Çiçek...ağladı...


          İşte o günden sonra ne zaman mevsim bahar olsa, ne zaman gün akşama dönse, ne zaman dolunay çıksa Çiçek önce kahkalar atar, sonra inil inil ağlar . 

                                                      NEWBAHAR


Newbahar'ım...
Senden izinsiz yayınlamak istedim bu güzel yazını...
Kızmayacağını düşünerek...
Müzik,beni sana getirdi:)

8 Mart 2011 Salı

Ahh bu ben:)

Okulda çayı demlerken müdürümüz elinde karanfille gelerek:
"Kadınlar Günü Kutlu Olsun!"dedi:)
Çoooook şaşırmış olacağım ki"aaaaaaaaaa çook teşekkürler,çok mutlu oldum,çok düşüncelisiniz"diyerek sırıttım.
"Yok bu çiçeği Milli Eğitim Müdürü göndermiş sizler için" dedi.
Gülümsemek-şaşkınlık-pot kırmanın verdiği o salak ifade ile elimdeki demliğe bakakaldım.
Öğleden sonra odasına çağırarak paketlediği kitabı bana hediye etti:)
Acıdı bana sanırım:))))))
Sınıfa çiçekle girdiğimde çocuklar"Şimdi biz de mi çiçek alceeyiiizzzz"dediler:))
Bu gün seviyorum kendimiiii ben:))
Bir de sevdiklerim bana "Ezgimmmmm"dediğinde de seviniyorum:)
Sizi de seviyorum...


6 Mart 2011 Pazar

Çocuklarımm,kuzucuklarımmmm:)

Yüzümü iki elim arasında sıkıştırıp sevimsiz bir hale bürünürdüm,çocuklara bir şeyleri öğretemediğim zaman...
Meğer öğreniyorlarmış...
Bu hafta benim için yoğun geçti.Eğitim müfettişleri tarafından denetlendim...
Yalnız bu seferki daha değişik bir teftişti.Ben değil,kuzucuklar zorlu bir teste tutuldular...
Derslerde nelerin işlendiğini sordu önce.Bizimkiler sıraladılar:
"En son oran orantı işledik örtmenim!"
"Nerede kullanırız biz bunu?"
"Limonata yaparken,ha bir de pilav:)."
"Nasıl yani?"
Biz limonata yaptık sınıfta örtmenim.Öğretmenimiz 7 limondan 14 kişiye limonata çıkardı.İşte oran budur."
Gülümsedim.O gün bildiğin limon bahçesi gibi koktum:)Canım beniiiim,dedim içimden...
Biz Elektrik de öğrendiiiiiiik!
Sınıfta deney yaptınız mı?
"Tabii ki!Ama komik bir şey oldu,garip deneyler de yaptık:)"
"Peki herkes müzik,beden eğitimi ve görsel sanatlar dersinde neler yaptığını yazsın!"dedi...
Bunu duyduğumda üzüldüm.Bu güveni öğretmenler olarak verdiğimizi sanıyordum.Müzik dersinde matematik işleyecek değildim...
Hepsi bir gayretle yazmaya başladılar.Bir tanesi gaza gelip flüt bile çaldı:)
Sınıfta herkes beni yüceltmek için elinden gelen çabayı gösterdi...
Gurur duydum onlarla...
Yazıları incelerken"Hepsinin yazıları bir olmalı!"diye bir söz işittim...
Sistem gereği çocuklara bitişik el yazısı öğretiyoruz.Estetik görünen bu güzel yazı adı üstünde "el yazısı"olduğu için,içinde elin karakterini barındıran bir yazı haline dönüşüveriyor.Ama dağıtılan ders kitapları ayrık yazı olduğu için çocuklar yazarken zevk almıyorlar.Şuan Amerikan filmlerinde dahi yazı yazarken muhteşem bir el yazısı sergileyerek insanları özendirebiliyorlar.Bizde böyle durum olmamakla birlikte herkesin yazılarının inci gibi olması bekleniyor...
Açıkçası zorlamadım onları.Anlaşılır olması benim için yeterliydi...
Neticede dersim,öğrencilerim,hatta masamın üzerindeki okuma kitabım beğenildi...
Ama ben bana yapılan takdiri değil,öğrencilerimi,verdiğim dört yıllık emeği daha çok sevdim...
Güzelliklerin üzeri bazen tozlu olabiliyor;üflemeli,gerçeği görmeli insan...



Pervane...

1 Mart 2011 Salı

Yasak...mış

Oradan oraya taşımak zorunda kaldığım yazıları(daha önce blogcu'daydım,sayfam hala durmakta) daha ne kadar taşıyabilirim bilmiyorum...
Güzel olmadı bu yasak kararı...
Yasak kaldırılana dek,okuyan-okumayan,seven-sevmeyen herkese selam ve sevgilerimi gönderiyorum...
Görüşünceye kadar hepiniz kendinize iyi bakıııııııın!!:)
Bu gün güzel bir gün geçirdim,hiçbir şeyin canımı sıkmasını istemiyorum:)(sanırım bu da geçici:))
Yazmak isterseniz adresim yan tarafta...
Öyle işte...


:)
Ezgi