27 Şubat 2010 Cumartesi

Gurur


Okul koridorunda sürekli karşılaşmasının tesadüf olamayacağını düşündü. Gencin kıza sıcak gülümsemesi,güneşin aydınlığının bir hediyesiydi belki de …


Her karşılaşmada birbirinin yüzüne bakamayan gözler,hayat objektifinin sadece onların ikisine doğrultulduğunu görebiliyorlardı.Koşuşturan öğrenciler,boşluğu dolduran şen kahkahalar,el ele sevgililer yoktu;donmuştu.Tek bir ten,tek bir kareydi ikisinin girdiği çerçeve…

Göz göze geldikleri an,kız içindeki tüm cesareti erkeğe yüklemişti.İçine sığmayan sevgi dizelerini aktarmanın vaktiydi.

Okul kantinindeki ilk buluşmalarında gencin aniden açıverdi çiçekleri kıza.”Seviyorum”dedi.Masadaki anahtarlığa,bardağa,sigara yanığı masa örtüsünün sessizliğine kızın da sessizliği eklendi.Provası olamazdı aşkın,ama hazırlıksız da yakalanmıştı.Sandalyeden kalkmadan önceki son sözü”Bilmiyorum”oldu.İki ruhun sığamadığı o alan,kendi hüznünde yok oldu…

Neden hayır dediğini zaman içinde düşünüp durdu kız.Öyle ya,yarım kalmamalıydı hiçbir şey…

Yurdun yemekhanesinden attığı mesajla onunla görüşmek istediğini söyledi.Mesaj attıktan hemen sonra telefonunu kapattı heyecan ile.Koşar adım çıktığı yerden yurduna doğru
yöneldi.Koştuğu sırada pencereden seyredildiğinin farkında değildi.Telefonunu açıp artık ikinci bir hata yapmaması gerektiği farkına vardı.Gelen mesajda görüşme isteğine olumlu cevap alan kız,heyecanla yurdun çıkış kapısına doğru yürüdü.Yaklaştıkça başı öne eğik,sigarasını tüm havayı içine çekercesine soluyan asık suratlı bir yüz gördü.Merhabalaşıp yürümeye başladılar.Kız ağzını açmadan,erkek”neden!”dedi…Kız şaşkınlıkla yüzüne baktığında”Neden şimdi?”dedi.Kız yine bir şey söyleyemedi.”Sessizliğinin cezası bu olsa gerek” diye düşündü.Soğuk kaldırıma oturmadan önceki duyduğu son söz”Sevdiğim birisi var!”oldu…Gencin,sevdiği birisi vardı.Giden gidiyordu,gitmişti işte beklemeden…
Kaldırıma oturmak istedi kız.Hiç bir şey demeden usulca oturdu.Hayatında ilk kez karşılaşmıştı böyle bir durumla.Gurur var mıydı hayatında?Ya da şimdi mi olmalıydı?

Yine bir şeyler yarım kalmıştı.Yine her şey yıkılmıştı…
“Bir gün!”dedi kız.Yine bir gün gelir,bir gün daha tekrarlanır hayatlar,hiçbir şey yarım kalmaz…”

Seneler sonra yine aynı yolda,yine aynı heyecanla ve bu sefer rolleri değişerek,yine yenilendi aynı senaryo.Vazgeçememişti erkek,her şeyi bırakıp döndüğünde

“Sevdiğim birisi var!”dedi kız.Kız;gurur denen beş harfi,beş vakte yaymıştı kısık ateşte.Sırf yaşadıklarına inat,olmadı,olduramadılar ruhlarını…
Gurur;kaldırımda oturan ruhlarıyla yaşlandı…
                                                  "Genellikle, bütün büyük yanlışlıkların altında gurur yatar...(Ruskin)
                                                                                                                         (Ruskin)

25 Şubat 2010 Perşembe

Hayatlar



Okulun birkaç metre uzağında,henüz sıvası olmayan özensiz tahta merdivenlerden oluşan bir evdi…Ev sahibiyle geçen yıl tanıştım.Okuma yazma öğrettiğim teyzelerden biriydi.Sıcacık gülümsemesiyle diğerlerinden farklı olduğunu hissettirdi hemen.Gülümseyişlerin ardındaki hüznü görebilme yeteneğine sahibim.Gülüşünün hüznünü gördüğüm yüze daha yakın olmak istedim.Konuştuk…Anlattı…

Bedensel engelli olan eşi,yazın tarla işleriyle uğraşıp üç beş kuruş getiriyomuş eve.Çocuklarından bir kaçı köyden çıkarak kurtarmışlar kendilerini.Ama en küçük kızı…
İstanbul’da yaşama hevesiyle küçük yaşta evlenen kızı,evliliğinin ikinci gününde elinde bavuluyla köye dönmüş.”Sen aileni özlemiştirsin”bahanesiyle onu istemediğini dolaylı yoldan belirten eşe,ses çıkaramamış.Belki düzelir bir şeyler diye…Ah bu özgürlük!!!!!
Bunalımlara giren genç kız türlü yollar denemiş kurtulmak için hayattan.Başaramayınca telefonlarını beklemiş eşinin “belki arar”düşüncesiyle.Telefon da gelmemiş…
Yanıma utangaç adımlarla yaklaşan Gülnaz teyzem “konuş kızımla,bir şeyler söyle ona olur mu?”dedi.Kızı da tahta merdivenlerin orda uzaktan beni seyrediyordu,gülümsedim…Bir şey diyemedim o an...
Gülnaz teyze…Ellerim üşüyor diye,koşup sıcak su torbasını getiren kadın…Evine davet ettiği o minik odada tabağımı bitirmem için gözlerime bakan,bir çift güzel göz…
Anlatacak o kadar çok şey var ki aslında…Söyleyeceğim çok şey var…Yaşımdan büyük olgunluklar öğretiyor hayatlar.Hayatlarıyla büyüyorum…
Ve ben…
Herkes için hayırlısı ne ise onu diliyorum…
Tüm samimiyetimle...
Kabul olsun dualarınız…


Sevgiyle…

22 Şubat 2010 Pazartesi

Şaşırtan kar,ıslak çorap,renkli ayıraç



Hafta sonu,geç yatmaya alışmış bünyem,sabah kalkmam da beni yine zorladı.Sabah etrafın bembeyaz örtü ile kaplanmış olması,ayaklarımın yatağıma doğru gitmesine neden oldu.Beş dakika daha uyuyayım dedim ama o beş dakikanın yarattığı sinir bozukluğuyla fırlayıverdim yataktan.


Hafta sonu günlük güneşlikken,nasıl da bu kadar değişebilir havalar diye düşündüm.Burası böyleyse köy nasıldır acaba?...


Yine her zaman olduğu gibi dağda kaldık.Yine oflayıp poflayarak indik arabadan.Yine ördek gibi,öndekinin açtığı yolda peş peşe yürümeye başladık.Erkek hocalar bizi unutup önden gittiler.Kar topağı olup yuvarlansak ruhları duymayacaktı ki duymadılar da:)


Okula yaklaşmışken artık ayağı buzda kayan arkadaşın elini bırakayım dedim.Elini bırakmamla yüzüstü düşmesi bir oldu.Komikti:)Valla çok komikti:)


Gülme krizine girdiğimden,elindeki çantaları bırakmayıp karda yüzme denemesi yapan arkadaşımın ellerini tutamadım:)


Sabah nefesimi hem yürümeye,hem de gülmeye ayırdığımdan sınıfa zor attım kendimi.Sınıftan içeri girdiğimde suratıma gülümseyen tipler utangaç utangaç bakıyorlardı.Sebebinin kalorifer üzerinde kuruttukları çoraplarına bağlı olduğunu anlamam geç olmadı.Köyün içinden geçerken ayaklarının içine dolan karlar minik ayaklarını ıslatmış,”ürtmen bişe demez herhal kurutalım”düşüncesiyle çoraplarını peteğin üzerine dizmişlerdi…Haliyle ilk on dakika çorap kurutmakla geçti…Köyde yaşamak böyle bir şey işte…


Sabah Fen ve Teknoloji dersinde işlemiş olduğumuz “Işık ve Ses”ünitesi sandığımdan daha zevkli geçiyor.Geçenlerde “Geçmiş zamanda insanlar etrafını aydınlatmak için neler yapıyorlardı?”sorusuna İlknur:”Kafalarımızı sürterek aydınlık çıkartırız.”diye cevap vermişti.Şaka yaptığını düşünsem de o bu gerçeğe inanıyormuş,yeni anladım:)



Kuzucuklara kitap okumayı sevdirmek için elimden gelen tüm çabayı sarfettiğimi düşünüyorum.Kitap okumayı daha zevkli hale getirmek için,renkli kitap ayıraçları yapmaya karar verdik.Onlardan çok ben yorulsam da yorulmaya değen bir etkinlik oldu.Güzel de oldu:)


Bir önceki şiirimi aslında ruh halim iyiyken yazmıştım:)Benden beklenmeyecek umutsuzluklar olduğunun farkıdayım.Ama bu sefer böyle oldu işteJBen iyiyim.Süpperriiiiim hatta:)


Mutlu geçsin gününüz…

19 Şubat 2010 Cuma

rüyadaki uyku


Kapalı gözlerinin karanlığı mazi,
Ve yıldızlar umut ışığı kirpik uçlarında.
Rüyanın kuytusunda kaybolduğun gezi,
Uyan,ruhun kış uykusunda!

Göç yolu gibi uzun bir hayat.
Pamuk tarlaları kadar genç yüreğin.
İki gövdenin birleştiği gibi halat.
Bak,astımı artıyor tarihin!

Üşüyen bir yaprak gibisin sen,
Yüzünü dağıtan bir deprem korkusu.
Halsiz irin akar fersiz gözünden,
Umutsuzluğuna yakın ölüm kokusu…

17 Şubat 2010 Çarşamba

Koçum benim!:))



Okulumuzun açıldığı ilk haftalarda,öğlen araları karnımızı doyurabilmek için yemek listesi oluşturduk öğretmen arkadaşlarla.Bir kaç hafta aksatmadan tencere tava ile okula gelen biz,kırılan borcamların,tencerelerin minibüsün sallanmasıyla çıkan şangırtılarının ardından yemek götürmekten vazgeçtik.Yine ekmek arası bir şeyler kemiririz diye düşündük.Sabahtan akşama kadar bisküvi-çay,börek-çay,simit-çay,hatta havuç-çay ikilileriyle midesini doldurmaya çalışan arkadaşlarım karınları aç bir şekilde eve gitmiş oluyorlar genelde.


Dün de acıkmış halde servis arabasına yönelirken merkez belediye salonunda yapılan bir konferansa katılmamız gerektiğini öğrendik.Herkes oflayıp poflayarak salondan içeri girdiğinde bizi güler yüzlü tatlı bir amca karşıladı.Amca diyorum,kendisi Prof.Dr.Aytaç AÇIKALIN:)İçeri doğru ilerlerken tatlı bir sohbet başladı aramızda.Hatta diğer bayan arkadaşlarımla yan yana durduğumuzda çok nazar alacağımızdan bahsettiJBaştan iltifatı kapınca haliyle öndeki koltuklara yöneldik.Konuşmaya başladığı iki saat boyunca salondaki 300'e yakın öğretmenle çeşitli sohbetler yaptı.Fıkralar anlattı,türlü esprilerle salonu kahkahaya boğdu…


Yaptığı eğitime dair konuşmaları dinlerken ne kadar da haklı olduğunu düşündüm.


Hiç sınıfında fesleğen olan bir öğretmen var mı bilmiyorum ama benim sınıfımda fesleğen varJÇocuklar minik elleriyle dokunduklarında çıkan koku sınıfı ve bizi sarıyor.Tozu bol sınıfımız birden fesleğen bahçesine dönüşüyor…


“Sınıfınızda nane bulundurun,güzel kokunun öğrenmede etkili olduğunu unutmayın!”dediğinde,farkında olmadan doğru bir şey yaptığımı öğrendim:)


Değerli hocamız konuşmasını bitirmeden önce küçük bir yarışma yapacağını söyledi.Salonu iki gruba ayıracaktı ve iki grubun koçları seçildikten sonra ekrandaki şiiri etkileyici okumaları için koçlar okuyuculara tabiri caizse gaz verecektiJKoca salonda beyaz montu yeşil atkısı birazcıkda dağılmış saçlarıyla kenarda oturan beni nasıl fark etti bilmiyorumJGözlerimin içine bakıp “sizin koç olmanızı istiyorum”dedi."Ben miiiiii?"dememe kalmadan salondakilere beni alkışlamaları gerektiğini söyledi.Allah’ım ya oraya giderken sakarlık yapıp düşersem,saçlarım dağınık,hiii ne kalabalık,ne dicem şimdiiiii,nerden gördü ve buna benzer bir sürü lafı beş saniye içinde geçirdim aklımdan…Salona dönüp kendi grububu yönetirken”ben bir kiii üüüç dicem orayı okicaksınız tamam mıııı?”dediğimi hatırlıyorum:)Salonun yarısı komutlarımla şiiri okumaya başladılar.Arada gazlar vererek daha iyi okumaları gerektiğini söyledim.Neticede benim grubum kazandı:))


Salonu terk ederken Aytaç AÇIKALIN'ın “harikasın koçum benim!”demesiyle ikimizde gülmeye başladık…


Koca günün yorgunluğunu tatlı dilli hocamızla gülüşerek,yeni şeyler öğrenerek,bir de hastalanarak tamamladım.(Ordakiler nazar mı ettiler acaba:P)

15 Şubat 2010 Pazartesi

Kardelen





Çiçekler…
Belki bir masum mor menekşe,aşk dolu bir kırmızı gül,kır çiçekleri,mimozalar,hanımelleri…Her birinin bir adı var.Her birinin ayrı bir karakteri…Doğanın sunduğu en güzel hediye değil midir çiçekler?...
Küçükken gül yapraklarından tırnak yapardım ellerime.Büyüdüm,yapraklar düşüverdi ellerime…Ben ona sadık kalamasam da güzel kokusuyla yalnız bırakmadı o beni hiç…Ama ben en çok sarı papatyaları severdim.Öğrencilerim her bahar geldiğinde taçlandırırlardı beni;sevinirdim…
Sevgilinin ellerinden alınan güller,dostun sunduğu masum papatyalar sunulmuştur zamanın birinde birilerine…
Ve bugün...
Siz hiç bir kardelenin elinden kardelen aldınız mı?
Dağların tepesindeki o minicik ellerden toplanan çiçeğimi,masum gülüşleriyle ve minik adımlarıyla yanıma yaklaşan kardelenimden aldım…
Biliyorum ki ben çok şanslıyım…
(Bir teşekkür:Yüreğimizin tadı kaçmasın diye koca bir kalbe şekerlemeleri dolduran,kırtasiyede oradaki amcayla oturup bana yollamak için değişik ciltleme metodlarıyla paketlemeye çalışan,açtığımda uğurböcekli kartın içine beni mutlu eden cümleleri yazan tatlı insan;şeker komasına girsem de:))sana çok teşekkür ederim…
Küçük şeyler bizi hep umutlandıran değil mi?...)
Ha bir şey daha:)
Bugün müfettiş amca çok güzel gülümsediğimi söyledi:))Mutluyummm:)))

13 Şubat 2010 Cumartesi

okul



Okulun açıldığı ilk gün,okul yolundaki kazadan bahsetmiştim.Neyse ki bayan öğretmenimiz bir haftalık rapor alarak kazayı belinden aldığı az bir hasarla atlatmış.Kazanın psikolojisinden kurtulmak ne kadar zaman alır,orası meçhul…


Derslerin başlamasıyla öğrenciler yoğun bir temponun içine bizi de dahil etmiş oldular.Toplantılar,planlamalar,ders dağılımları derken zamanın nasıl geçtiğinin farkına varamadık…


Derslerin birinde sınıfa konuk olarak gelen sivil savunma uzmanının öğrencileri nasıl bilgilendireceği hakkıda konuştuk.Kuzucuklardan birisi:”Öğretmenim bizim köye kimse gelmezdi herhalde.”diyerek yaşadıkları ortamın bu tür sosyal olaylardan uzak olduğundan bahsetti.Haklı olduklarının farkındaydım ama olabileceğinden bahsederek konuya olan ilgilerinin devamını sağlamak istedim…


Ertesi gün okulumuza Jandarma Trafik görevlileri geldi.Öğrencilere trafik ile ilgili bilgilendirici birkaç sunum yapacaklarından bahsedince çok sevindim.En azından çocukların köyle ilgili fikirlerinin biraz da olsa değişeceğini düşündüm…


Öğrencilerin tümünü bizim çok amaçlı salonumuza indirerek susmalarını sağlamak için ne kadar dirensek de başaramadık.Kapıdan içeri üniformalarıyla giren görevlileri görünce hepsi falım sakız reklamındaki dedeler gibi sus pus oldular…Ehh birileri gerekiyormuş susmaları için,sürekli bizi görmekten sıkıldılar tabiJ


Görevli çeşitli sunumlar yaparak çocuklara bilgiler verdi ve arkasından onların sorularını aldı.İşte o an duyabileceği en garip sorulara hazır mı acaba dedim içimden…Çünkü onların soruları çok enteresandır.http://ezgilimelodi.blogcu.com/kuzucuklardan-sorular/5185886 bakabilirsiniz…


Sordukları sorulardan birkaçını yazıyorum:


-Üretmeniim(görevliye üretmen diyorlar)neden traktörde emniyet kemeri yok?Onlar da can diil mi?


-Öğretmenim siz yolda “dur,geç”diyonuz ya sizi ezmiyolar mı?


Çocuklar arabaya bindiğinizde nereye oturursunuz?


İçlerinden birisi:"En öneeeeeeeeeeee!"


-Neden köyde trafik denen bir şey olmazken hala kaza yapıyorlar?


-Çocukları,babaları kucaklarına oturtarak araba sürüyorlar.Babaları çocuklarını sevmiyor mu?


-Öretmenim varya,minibüste biz ayakta giderken siz orda duruyosunuz,şoför “çökküüüüüün”diyo,geçene kadar çöküyoz biliyon mu?


-Şimdi benim Ahmet eniştem vardı.Ehliyet sınavına arabasıyla geldi.Arabasını sürerken ehliyeti yoktu.Sınava nasıl girdi?


Aklıma gelemeyen bir çok soru daha sorarak görevliyi susturdularJGörevlinin bize gülümseyerek bakışını unutamamJ


Cuma günü nöbetimi artık bilmeyen yok.Nöbetim esnasında tren gibi birbirinin peşinden gelen minik birler beni sınıflarına davet etti.Kapıyı açtığımda ne kadar ufak kağıt varsa başımdan aşağı döktüler.”Hiii toplayın kağıtları!”dediğimde onlarca çocuğun ayağımın dibindeki kağıtları sürünerek topladığını gördüm.Eğilerek toplamayı öğrenemediler tabi.Önlükleriyle neredeyse süpürdüler sınıfı…Kızamadım…


Okulun ilk haftasını bu şekilde atlattık işte…


Herkese sevgi dolu günler…

11 Şubat 2010 Perşembe

Damak Tadı





“Yine mi bamya?”diye yemekteki memnuniyetsizliğini bildiren kız çocuğunu bir çoğunuz görmüştür reklamlardan.”Seyrettikçe,aklıma sen geliyorsun”diyen teyze kızı ve hatta sayamadığım bir çok kişi tarafından benzetildim bu minik kıza…Evet,ben bamya sevmiyordum,hala da sevmiyorum.Peki küçüklüğümden bu zamana kadar yemek seçimimde neler değişti?
Daha önceki yazımda da belirttiğim gibi belli bir süre babamın mesleğinin aşçılık olduğunu sanıyordum.Ve ben babamın okul sonrası sarılmalarındaki üstüne sinen baharat kokularını seviyordum:)Benim babam köfte kokardı çünkü…Annem de çalıştığından eve kim yakınsa önce yemeği o hazırlar,abim ve bana sıcak bir şeyler yedirebilmek için çaba sarfederlerdi.Şimdilerde çocukluğun verdiği şımarıklığıma bağlıyorum yemek seçimimi.Ellerini binlerce kez yakan,kesen,mutfakta aceleden bir şeyler deviren babayı görmezden gelen ben,yaptığı bir çok yemeği yememeye inat ettim.Evet ben de yemek yemeyen o huysuz çocuklardandım…
İlkokul 3.sınıfta kilomun 19 olduğunu ölçen öğretmen,bana dağıtılan fındıklardan yedirmişti,sonucunda zehirlendimJHerkes benim zayıf olduğumdan yakınıyordu.Bu özelliğim yüzünden arkadaşlar arasında cimcime diye çağırılırdım ben.Hatıralarda kalan en komik resim ise sınıfımızın en şişman kızı Tuba’yla otururken sıranın en küçük yerini paylaşan benim masum bakışlarım olmuştu… Ezgi;biber,patlıcan,soğan,et,domates,ıspanak,pırasa,dolma,bal,yumurta,sebzelerin pişmiş halini yemezdi.Makarna,pilav,çorba üçlüsünü her çocuk gibi o da benimsemiş,yemek öncesi bonibon,jelibon ve çikolata yemekten vazgeçmemiştir,ta ki damak tadı evrimleşene kadar…

Aileler her nekadar ilgilense de ayrı bir inatlık yükleniyor sanki beynimize.Yemiyoruz,yiyemiyoruz…
Bir çok eski alışkanlığımdan hala kurtulabilmiş değilim.”Ezgi ne sever?”diye öğretmenler odasında sorulduğunda bir çoğu tarafından" jeliboooooon "diye cevap veriliyorsa,benim hala eskimemiş bir çocuk yanım var…
Halbuki özenle hazırlanmış yemekler,güzel sofralar ve hoş muhabbetler ağız tadımızı ne de güzelleştiriyor.Görsellikle gözümüz,yiyeceklerin hoş aromasıyla midemiz doyuyor.Yemem dediğimiz bir çok şeyin aslında ne kadar lezzetli olduğunu anlıyoruz.
Okuduğum bir yazıda bebeklerin ilk üç ayda yedikleri gıdaların türünün ileriki damak zevkini belirlediği söyleniyordu.Anne sütü içen bebeklerin damak tatlarının anneye benzediği yazıyordu.Anlamadığım şey ise benim damak zevkimin babamla doğru orantılı oluşuydu:)

Yaşadığımız ülkenin yemek kültürüne hayranım.Her şehrin ayrı bir yemek kültürü var ve hepsi gerçekten birbirinden güzel.Bu konu hakkında gezip gördüğüm yerlerdeki en lezzetli mekanları paylaşabilirim belki daha sonra…

Türkan Şoray’ın “Açlık”diye bir filmi vardı.Hatırladıkça tüylerim ürperir.Ölürken bile çocuğu için ayırdığı kanlı ekmeği elinden kimse alamamıştı.Yemekle ilgili bir çok fikrimi değiştiren bir filmdi o… “Allah kimseyi açlıkla terbiye etmesin!” dedirten bir filmdi…Aç insanların varlığını düşündükçe bir çok kötü özelliğimden sinir olurum…Muhakkak yemediğimiz şeyler olacaktır ama yemek seçince insan ne kadar cahilce davrandığının farkına varıyor…Her neyse…

Yazımı yazarken gülümsedim:)Okul sonrası elimdeki poşeti düşündüm.İçindekiler Eti cin,cips ve jelibon:)

Sahi bu yazıyı ben bunun için yazdım değil mi?:)
Değişmiş yemek kültürüm,anladım:)

8 Şubat 2010 Pazartesi

Çocuk seslerine karışan gün



Sabah kalktığımda yine aynı sözleri içimden yineleyip durdum:”Belki de ben yanlış biliyorum,bugün okul varmış gibi gelmiyor bana!”Tabi sonunda kendimi okul için hazırlanırken buldum.Hep aynı sözler,kendim kendime alışıyorum işte…
Servisi beklediğim durak,her sabah poğaça alan asker kardeş,kızını bırakmak için sola bükülen arabadaki amca,her şey aynı.Evet bugün okul var…

Sabah, pembe hırkası ve pembe ışıltılı tokasıyla gülücükler saçan Ezgi öğretmen öğrencileriyle buluştu nihayet.Kendisi daha sormadan bir çoğu”tatilde ödev yaptık!”dediJSormamıştım halbukiJFerdi ise “tatilim iyi,iyi,kötü,iyi,iyi”diyerek beni ve sınıftakileri şaşırttı.Ne dediğini anlamaya çalışıyorumJ


Yine tenefüste masamın etrafında toplanıp bıcır bıcır konuştular.Güncel olaylardan,derslerden,köyden bahsettiler.Kimse dinlememiş tatil boyunca onları,hemen belli ettiler…

Sabah müdürümüz konuşma yaparken”Sistem at yarışını gerektiriyor.Bu yüzden çok çalışmalısınız”dedi.Diğer tenefüs başıma toplanan mini mini birlerden birisi”yaa müdür 23 Nisan’da at yarışı mı yapacak?”,diğeri ise”yok yok çuval yarışı yapacam dedi”diyerek beni yine gülme krizine soktular.Alem bunlar…


Yazılarımın bir kısmında köy yolunun sıkıntılı olduğundan bahsetmiştim.Bol virajlı,buzlu,çukurlu ve bir çok kusuru bulunan yol demeye bin şahit ağlayan bir asfalt işte…Her gün bir sıkıntıyla geliyoruz okulumuza.Herkes bizim kadar şanslı olamıyor…


Bizim birkaç km ötemizde yer alan köye de giden bir öğretmen grubu var.Memleketlerinden yeni gelen öğretmenler sabah arabayla gelirken gittiğimiz yoldaki uçuruma yuvarlanıyorlar.Önde oturanların emniyet kemeri olduğundan hafif sıyrıklarla atlatıyor kazayı.Arkadaki anasınıfı öğretmeni bayan onlar kadar emniyetli olamadığından ağır yaralanıyor.Merkezdekilerin çoğu bizim kaza yaptığımızı düşünüp deli oluyorlar…Üzülüyoruz…Bizim de onlar kadar acıyor canımız…Kazasız geçen günümüze şükrediyoruz bu olay nedeniyle…Hergün gittiğimiz o yolda başımıza bir şey gelmeyeceğinden emin olabilsek keşke…Dua ediyoruz kendimizce…


Gülücüklü yazıları hüzne buladığımın farkındayım.İçimden geldiği gibi işte…

Bu güne inat gülümsemeli değil mi?…

3 Şubat 2010 Çarşamba

bir ödül ve geçmiş...





Kızım olsa “İrem”koyardım adını.Yüzünde geçmişimi gördüğüm bir yürek olurdu.Acaba kaderi de onun gibi olur muydu?İrem;geçmişin gülen yüzüydü,geçmiş gülemedi onun kadar…

İlkokul çocuklarıydık.İsimlerimizin çizildiği sıramızda,arkamızda binlerce kez düşmekten bıkmamış bir Türkiye haritası fon oluştururdu gülüşümüze.Şeker bulaşığı olmuş dillerimizle sevincimizi anlatırdık.Dostluk o dönemlerden başlıyordu,biz de döneme uyuyorduk işte…


İrem…Uzun boyu,bembeyaz yüzü ve kendine has gülüşüyle kendine çekmeyi başaran bir kızdı.Ne var ki geldiğinden beri benimle çok tartışırdı.Yaptığım her şey onun gözüne batar,kendince kalıplara sokabilmek için türlü çaba harcardı.Anlamamıştım o dönemlerde benim iyiliğimi düşündüğünü…Uğraşmaktan bıkmazdık birbirimizle,türlü kavgalar yapar,canımız acıdığında olanları umursamadan yardıma koşardık.Onun sözleri mutlu ederdi beni ve onun sözleri acıtırdı canımı.Sahi,dost böyle olmalıydı.Neyleyeyim beni bir yıl sonra unutanı!Dostluk baki kalmalıydı…


İlkokul sıralarından ayrıldığımız da o da ayrılmıştı yaşadığı şehirden.Binlerce kilometre uzağa gitse de mektuplarıyla yalnız bırakmazdı.Zaman sonra mektuplarda azalma olduğunu fark ettim.En son yazdığı mektupta yazıları çirkinleşmiş,eğrilikten okunamaz hale gelmişti.Kızdım yine kendimce,beni unuttu diye…


Son mektubunu hastanedeki yatağında yazmış.Yerinden kalkamadığından yazabilecek bir masa bulamamış.Kan kanseriymiş ve haberim yokmuş…Üzülmemi istemeyen dost,canımı sandığından daha çok acıtmış…


Lapa lapa karın yağdığı o gün ölüm haberini aldım,okulun penceresinden baktım.Artık göremeyecekti rüzgarın okşadığı kavakları,amcalar,teyzeler ölecekti duyamayacaktı.Zaman çöreklenecekti odalara;göremeyecekti.Su,susayacak,güneş terleyecek;bilemeyecekti.İşe gidecekti hayalet insanlar;donuk yüzlerini fark edemeyecekti.Sen en iyi dostumsun diyecektibirileri;sevinemeyecekti…


Olta atmasın insanlar dost aramak için.Dost gönüldedir.Dost burnunuzun dibindedir.Dost bir arayış değildir,dost kazanıştır…Emanet ruh giydirilemez dosta,olduğu gibi sevilir.Mutlu olunulmalıdır ki sizi üzebilen bir dostunuz vardır…
Ömrünüzün gölgesine sığınabilecek dostlar bulmanız ümidiyle…

Sevgiler benden herkese…














Sevgili arkadaşım "http://nazirembebek.blogcu.com/"bana bu ödülü layık görmüş.Ona buradan çok teşekkür ediyorum.Kısa zamanda tanışmış olmamıza rağmen beni bu ödüle layık gördüğü için çok sevindim.Teşekkürler:)

1 Şubat 2010 Pazartesi

Sakarım,sakarsın,sakar





Kimsenin düşemediği mutfakta yine ben düştüm.Reflekslerim onlarca kez düşmekten o kadar kuvvetlenmiş ki,düşerken hemen destek pozisyonu alıyorum.Bu yüzden sol kolum ağrıyor.(Estetik hareketler dizisi:)
Küçüklüğümde “Çocuktur ya,düşer!”etiketi yapıştırılan ben,büyüdüğümde sakarlığa terfi ettim.Peki nedir bu sakarlık?Neden düştüğümde ya da bir şeyleri devirdiğimde kimse şaşırmıyor?Ben de bilindik Garfield tavırları…(Resimdeki gibi:))

Sahi sakarlığımın başıma açtığı bir çok şey var.Yolda heykele çarpıp”pardon”diyeniniz yoktur herhalde:)Ben diyebiliyorum.Ya da turistik eşyalar satan bir mağazada kırılgan şeylere dokunup ellerinde parçalandığını gören,daha sonra”bari o kadar para verdim,şişenin içindeki gemiyi alayım”diye olayı Pollyanna’ya bağlayanınız nadirdir.Hatırladığım en son garip olayım;müdürün hazırladığı “gündem maddelerini”lüzumsuz kağıt zannedip evden hazırladığım hamburgeri sarma malzemesi olarak kullanma girişimiydi.Ardından bendeki mahcubiyet,öğretmenlerdeki gülme krizi.Müdürün de sabrının son demini harcadığım anlar...Neyseki geçti işte…
Kimi zaman güldürü unsuru olan sakarlık,insan sağlığını etkileyecek büyük zararlara da neden olabiliyor.Ve bir kez başınıza geldiği zaman arkası kesilmiyor.Masada otururken kaleminiz düşüyor.Kalemi almaya çalışırken başınızı masaya vuruyorsunuz.Masada bulunan içecek,emek verdiğiniz ve yetiştirmek zorunda olduğunuz kağıdın üzerinde bir güzel desen çalışması oluşturuyor.Devamı istenilen faciayla getirilebilir.Yeter ki bir başlasın!
Yürürken düşmemek için büyük çaba sarfederim.Çünkü düşen kim olursa olsun aldığı yaranın acısından çok yaşanan durum komiğime gider ve başlarım gülmeye.Bu durum benim düşmemde de geçerlidir:)
Hiç unutmam,bir gün ailecek gittiğimiz bayram ziyareti çıkışında babam bir anda konuşurken kayboldu.Ayağı kaymış ve yan apartmandaki bodrum boşluğuna düşmüştü.Babamın merdivenlerden yüzü gözü kar içinde çıkışını hatırladıkça gülmemek için zor tutuyorum kendimi.O an düşenin yerinde olduğunuzda size atılan her bakış sinirlenmeniz için birer neden oluşturuyor.Babam da kızmıştı bana evet:)
Bazı anlarda gülmemize neden olan bu davranışlar hastalığa dönüştüğünde can sıkıcı bir hal alıyor.Bir çok hastalığın yan etkisi olan sakarlık,başlı başına bir hastalık da olabiliyormuş.Bu konuda bilgim olmadığı için çok fazla yorum yapamayacağım.
Herkes dikkat etsin kendine:)