29 Eylül 2010 Çarşamba

Ertelenen gerçek


Bugün velisiz bir toplantı yaptım…

Bahane bulanlar,tarladan ayrılamayanlar,iş arayanlar,yatağından kalkamayanlar…
Türlü anne,baba sıralayabilirim.
Ben de toplantımı çocuklarla yaptım.
Gerçekten onlara anlattım neler yapmaları gerektiğini…
Konuştuk,başarıyı artıran etkenleri tartıştık.Kimbilir,belki de ailelerine anlatmaktan daha verimli olacak…En azından onlar okula gelmeyi ihmal etmiyorlar…
Toplantı saatinden önce minik kuzum Leyla”öğretmenim babam gelemez de,bliyorsun gözleri görmüyor,ben getirmeye gidebilir miyim?”dedi…
Elbette,dedim…
Onca veli arasından çıkıp geleceği için ne kadar iyi bir baba olduğunu bir kez daha ispatlamış oldu…
Minik elleri,babasının ellerini sıkıca kavramış,merdivenlerden yukarıya doğru çıkarıyordu.O kadar güzel gülümsedi ki,karşılığım gecikmedi.Ben de gülümsedim…
Güzel şeyler anlattı bana,emeğimden bahsetti.Gururlandım,hoşuma gitti…
Onu uğurlarken Rabia geldi yanıma.”Öğretmenim,abim çok hasta,ailem onun yanında İstanbul’da.Kimsem yok.”dedi.
Abisinin hastalığını sorduğumda “kalbi yorulmuş,iyileşecek.”dedi.
Üzüldüm.Ama daha da üzüleceğimden habersizdim…Birkaç dakika sonra yanıma gelen kadın aslında abisinin vefat ettiğinden,fakat henüz haberi söylemediklerinden bahsetti…Yıkıldım…
Yirmi üç yaşında dedi.Yirmi üç yılda da kalbin bitip tükenebildiğini anlattı bana sanki…
Ve küçük kuzumun derslerimden birinde sorduğu soru aklıma geldi:
Gerçek,bir gün öğrenilir değil mi?
Öğrenmesin istedi yüreğim…
Gözleri boşluğa bakan bir öğrencim daha oldu benim…
resim:deviantart

27 Eylül 2010 Pazartesi

Susmalıyım bu akşam...


Güzel şeyler ümit ederek başladık eğitim-öğretim hayatına…

Daha ilk günden belliydi uğursuzlukların olacağı.
Okulların açıldığı ilk gün servisle üzerinden geçtiğimiz taş,tekerimizin patlamasına neden oldu.Uçuruma yuvarlanmamıza ramak kala şoförümüz hamle yaparak kurtardı bizi…
Ve bugün…
Pazartesi nöbetlerini bana verdiler...
Sabah çocukları sınıflarına(kapısı hala takılmayan sınıflar)yerleştirmeye çalıştım.Fen ve Teknoloji dersi için yapacağım deney malzemelerini labaratuara giderek aramaya başladım.Okul yeniden düzenlendiği için her şey birbirine karışmış,aradığım hiçbir şeyi bulamamıştım.Üzüntüyle yukarı doğru çıktığımda gürültüler duymaya başladım.
X kişisi okulumuza gelmiş ve öğretmenlerimizden birine hakaretler yağdırmaya başlamıştı.
Öğretmenimiz,çocuklar hastalanmasınlar diye halılarını binbir çileyle yıkamış ve yıkatmış,yağmur dinmediği için kurutamamıştı.Dolayısıyla halısı olmayan sınıfa da minikleri alamamıştı.
X kişisi öğretmeni yargılarken,öğretmen panikleyip “sayın ya da ….”yerine “hocam”diye hitap etmişti.Vaktinde ben de böyle bir dil sürçmesi yaşamıştım fakat gülümseyerek telafi etmiştim hatamı.
Fakat saçı yandan taralı,tuhaf yürüyüşlü X kişisi “seni sürerimmm buralardan”dan başlayıp maaş kesme cezalarına kadar hakaretlerini sürdürmeye devam etmişti O’na…
Düşündüm…
Aklıma “….olursun da adam olamazsın”hikayesi geldi…
İletişim bizler için ne kadar önemli aslında.Kendini çok daha farklı tanıtabilir insanlar.
İnsanların aklında işittiği azarlardan çok,yaşantısındaki dersler kalıcı oluyor.
Geliyorlar,öğüt veriyorlar,bir iki azar,sonra…
Haberleri olmuyor kırk gündür evini terk edip çocuklarını bırakan babadan,dizleri tutmayan anadan,günün her öğününde peynir ekmek yiyen çocuktan!!
Ellerimde ciltliklerle geldim eve.
“Baban mı öğretti öğretmenim böyle güzel kitap ciltlemeyi?”dediklerinde “evet”diyorum.
Onların kitaplarını da ben ciltliyorum,haberi var mı?
Geliyorlar,öğüt veriyorlar,bir iki azar,sonra…
Sınıfıma girdiğinde bir dakika boyunca yüzüme baktı,ben de ona baktım.
"Kaç mevcut,durum nasıl,hımmmmmmm”dedi ve gitti…
Canım sıkılıyor;arkadaşıma haksız yere yapılan suçlama yüzünden,insanların iletişim yoksunu olmasından,devlet memuru olsak da öğretmenleri ezen alaycı yaklaşımdan,kendilerini kanıtlama çabasında olmalarından…
Velhasıl,
Susmalıyım bu akşam…

26 Eylül 2010 Pazar

Nasihat


Uykunu götür,düşün bana kalsın
Gitmek,durmaktır
Hem bilir misin durmayı?
Giden gölgesiyle gidiyor,
Gitme,durma,uyuma…
Kimi can çekiyor,kimi niyet
Güneş,bulutu kestiriyor gözüne
Bulut,takılıyor dala
Hem bilir misin saklanmayı?
Çekme,takılma,saklanma…
Ateşin de gözleri sulanır,
Kent,gri bir şala dolanır
Ölür bu şehir tek başına
Hem bilir misin yalnız kalmayı?
Korkma,üşüme,ağlama…
                                ezgilimelodi

20 Eylül 2010 Pazartesi

Mavi,yeşil,deniz,huzur;Karadeniz...

:)
Komik bir giriş olduğunun farkındayım.
Ama ben elimde çayım,yanımda arkadaşlarım ve uçurumdan uzattığım ayaklarımla çok mutluydum...
Bu keyfi ve Karaca Mağarası'nın büyüleyici atmosferini yaşamak isteyenleri Gümüşhane'ye bekliyoruz:)

Ha,eğer gelirseniz de benim gibi "arıza"yazan bir gözlem aracından inatla bakmaya çalışmayın:)


Sümela...
Ne muhteşem bir manzara!...
Yeşilin her tonunu görebilirsiniz...

Merdivenlerden içeriye doğru girdiğinizde sizi bambaşka bir şeyin karşıladığını fark edeceksiniz...
Duvarların karalanması,oyulması,figürlerin yüzlerinin çizilmesi ve yazan çeşitli isimler sizi bu güzellikten alıkoyamayacak...

Yosun kokusunu içinize çekeceksiniz...

Trabzon'a gelmişken Ayasofya Müzesi'ni de ziyaret edebilirsiniz...

Ve fotoğrafını çekmeyi sevdiğim kapılar:)


Tepelere doğru çıktığınızda ise sizi yeşillerin arasında bembeyaz bir köşk karşılayacak...
Atatürk Köşkü...
Köşk içerisinde,eşyalar ve Atatürk tarafından üzeri çizilmiş haritalarla karşılaşacaksınız...
Anlatacak çok şey var aslında ama,siz yine de buralara gelin ve görün lütfen:)
Geldiğinizde,Boztepe'de semaver çayı içmeyi ve Hamsiköy'de sütlaç yemeyi unutmayın:)

Bu tür gezileri sevdiklerinizle yaşayınca tadı daha bir başka oluyor...
Benim hafta sonum çok güzel geçti...
Bunda herkes hediyelik eşya bakarken benim şekerciden renk renk bonibon ve jelibonlar almamda büyük katkı var:)
Onlar bu halime şaşırsalar da,
Seviyorum:)))

15 Eylül 2010 Çarşamba

Ezgi Harikalar Diyarında:)

İlk sınıfım...
Çok,çok,çooooook soğuktu...
Bu yüzden ilk kez sinek tekniğini kullanmıştım sınıfımda.
Ellerim sıcak olmalıydı;onlar tebeşir tutacaktı...
Ve çocuklar kalem...
Isındık el yordamıyla...
Penceremin kolu yok!
Sınıfta pano yok!
Sınıfta hiçbir şey yok!

Kartonları pano yaptım,kırık sıraları tamir edip,üzerine örtü örtmek için çarşı,pazar gezdim...
Tahtaların üzerini tebeşirle çizdim...
En çok saat yapıp üzerinde dolaşmak hoşlarına gitti...

Diğer sınıfım...
Çok sıcak,
Ve karanlık!!!
Karanlıklar Prensesi ve 14 cücesi...

İdare tarafından en karanlık sınıfa atılarak kaderimize terkedildik...
İki adım atsak birbirimizi sobeleyecektik...
Ellerimizi birbirine sürtmeyip,burnumuzu tutmak için kullanıverdik...
Hemen sağımızıdaki ahırdan gelen koku ders yapmamızı engelledi...
Alıştık ona da sonunda,burnumuz tahtaların arasına düşüverdi...
O kadar kuytu bir yerdeydik ki;müfettiş geldiğinde"sizi beklemiyorduk!!"diye bir cevap verip onun gülmesini sağlayıverdik.Büyük bir puandı bu:))
Yeni panolar geldi okula...
Mavi...
İçimiz açıldı,yaptığımız tüm etkinlikleri iğneleyiverdik panomuza...

İlk kez "Ebru"denedik...
Hem de makarna suyundan:)

Ve dört...
Yeni bir sınıf daha...
Bu kez hem aydınlık hem sıcak...
Şans bize mi gülüyor ne:)
Tek sorun;tahtaların zifte bulanmasıydı...
Asfalt coşkusu sınıfımızda yaşandı.
Üşenmedik ziftli tahtalara tebeşirle yol çizdik.
Hız=yol/zaman
Koştuk tahta yolda zamana karşı...
Az gittik,uz gittik.
Dere tepe düz gittik...
Gidemedik...
Düzlük bir alan yoktu ki!:)

Doğum günüm kutlandı,doğum günlerini kutladık...
Deneyler yaptık,şişeleri patlattık...
Güneş bizi memnun etti.
Bu yıl da huzur dolu geçti...

Ve beş...
Yolun sonu...
Yaprak Dökümü gibi:)
Hiçbir zemin artık tahta değil...
Yerler yapılmış,kapılar sökülmüş,alt kata yeni odalar yapılmış...

Ömer kuzusu,beni görmek için okula geldiğinde sınıfları gezdik beraber...
"Aaaa öğretmenim,yerlere un mu dökmüşler?"dedi:)
Karoların aralarını dolduran beyaz şey,kuruduğunda öyle bir görünüm uyandırdı gözünde :)
Ve Ersin köyden mesaj çekti:)
"Örtmenim gelemiyorum diye alınma,ayağım şişmese gelmem mi seni görmeye?"
Dönem başlamadan güldürdüler beni...

Her geçen yıl,yeni güzellikler yaşandı.Hayat da böyle değil midir?
Biraz sabır ve zaman...
Hem her şey çok güzel olacak!!!
Ben inanıyorum.
Sen de inan...
Şimdi,sorarlarsa;
Ezgi harikalar diyarında,
Beşinci kapıdan içeri girmekte:)

Şuan bir kapım olmasa da:)

14 Eylül 2010 Salı

Lie To Me;Bir dizi yalan:)

Küçükken söylediğim yalanların annem ve özellikle öğretmenim tarafından nasıl da anlaşılabildiğine akıl sır erdiremezdim.Kuzucukların minik gözlerinin içine baktığımda ben de anlayabiliyordum artık…

Yalanların masumu daha çok belli oluyormuş…
Basit bir örnek:
“Öğretmenim ben yapmadım!”
“Emin misin?”
Sorduğum sorunun ardından sevimli dudakların ayrılmasıyla öndeki çıkmış olan diş gözüküverir.Ardından;gülümsemeler,yüz kızarmaları…
Yalan,ben buradayım!!!diye kırmızı yanaklardan sinyal verir adeta:)
***
Evdeki tüm çikolataları ben yiyorum ve karın şikayetleriyle evde kıvranıyorum diye annem saklardı odaların gizli köşelerine…
Bir gün evdeki çikotaların azaldığını fark ettiğinde bana sordu:
-Yediğin çikolataların paketlerinin nerede olduğunu merak ediyorum!...
Gülümseyerek gözlerimi salondaki çiçekli koca vazoya doğru kaydırdım.
Sonuç olarak annem,vazonun içindeki onlarca şeker ve çikolata kabını hayretler içinde boşalttı.
Kendime engel olamıyor muşum,ne yapayım?:))
Büyüdüğümde dahi bu özelliğimden bir şey kaybetmedim…
Çikolata konusunda değil :)
Yalan konusunda:)
Yalan söylemeye kalktığımda ya dilim sürçer,ya gülerim,ya da o an ne yalan söyleyeceğimi bulamadığım için sessizleşirim…

Şuan yalan ile ilgili yazarken aklıma daha önce de sayfamda yazdığım öğrencimin sınav kağıdına yazdığı şahane cevap geldi:
Yanar-yatsıya-kadar-yalancının-mumu.
Yukarıdaki karışık halde verdiğim kelimeleri uygun yerleştirip bir atasözü oluşturacakken”yanayım,yanayım,ateşlerde yanayım”diye yazıp beni şok etmişti:)
Ona göre de yalan ateşlerde yanmayı ifade ediyordu demek ki:)


Yalan hakkında yazı yazmak aklımda yoktu.Son zamanlarda seyretmeye başladığım şu diziden sonra,ben de bir şeyler yazıvereyim istedim:


Lie To Me


Sıradan bir insan ortalama kaç yalan söyler?
Gerçek,yüzümüzün her yerinde yazılıdır!
Görev; kimin ve neden yalan söylediğini bulmak!
Lost, Shark ve 24 dizilerinin yapımcılarından Davranış Bilimcisi Paul Ekman’ın hayatından esinlenen ve başrolünde Pulp Fiction, Rezervoir Dogs gibi en iyi Tarantino filmlerinin vazgeçilmez oyuncusu Tim Roth’un oynadığı bu drama, konusuyla sizi ekranın içine çekmeye devam edecek!
İnsanların yüzlerinden, vücut duruşlarından, ses tonlarından ve konuşma şekillerinden doğru mu yoksa yalan mı söylediklerini analiz ederek FBI başta olmak üzere, polise, hukuk firmalarına, özel şirketlere, askeri birimlere en zor vakaları çözmede yardımcı olan Dr.Lightman ve ekibi davalar, yalanlar ve hayati olaylarla mücadele ediyorlar.


Konusu hakkında önemli bir yenilik olmasa da(konu bakımından the mentalist ve türevlerinden olduğunu düşünüyorum),yalan’ı geniş bir yelpaze de izleyiciye sunabilirler.Malum,yalan her yerde...
Vakti olan ve yeni bir şeyler seyretmek isteyenlere önerebileceğim yalan dolu bir dizi bu…
Ben her ne kadar şuan sadece öğrencilerimin söyledikleri yalanları anlayabiliyorsam da,insanların da onların yüzlerini dahi görmeden samimiyetlerini,samimiyetsizliklerini anlayabildiğimi düşünüyorum…
İyi seyirler ve yalansız günler diliyorum..
Hepimiz için:)

9 Eylül 2010 Perşembe

Değirmenler

Zaman düşer ellerimden yere,
Oradan tahta boşa...

Sadece dinlemeli...

8 Eylül 2010 Çarşamba

Eksik...


Çiçeklere inandı çocuk...

Yeşil gülüşlerine baharın,
Göğeren dağların ardındaki kışın,
Ağladığı bile oldu bu şehirde,korkusuyla karın.
Çocuk,yine çiçeklere inandı…
Ne çiçekler topladı saçlarına?
Astı kahkaları kiraz dallarına.
Bir kırmızı gülüş anneye,bir ona,
Dolunay ağır ninni,
Suda ışık ve bir parça can,
Eşlik ederdi bayramda yanına…
Gözyaşı topladı avuçlarına,
Titreyerek dışarıda Eylül.
Yaprakların sesiyle konuşuyor,
Ellerinde deste deste gül.
Çiçeklere inandı çocuk,
Yalnız koymayan çiçeklere,
Her bayram toprağı yaran,
Islak 'sus'!la büyüyen,
Çiçeklere inandı...
                       -ezgilimelodi-


Her yıl birileri eksiliyor hayatımızdan.Bayram ziyaretleri azalıyor.Ve nedense bayram, eskisi kadar beni heyecanlandırmıyor.Bu şiir yüreklerinde yeri eksik olan herkese armağan olsun...
                                      Mutlu bayramlar
resim:deviantart

4 Eylül 2010 Cumartesi

Yenilik dolu bir yazı:)


Yeni göreve başladığım ve şuan devam ettiğim okulumda,idare tarafından bana 2.sınıflar uygun görülmüştü.Sınıftan içeriye girdiğimde,sınıfın çocuk sesleriyle inleyeceğini umarken sus pus oturduklarını gördüm.Bana karşı çocuk yürekleriyle önyargılı bakıyorlardı.Hemen hemen hepsi okuma-yazmayı unutmuş,birinci sınıftayken öğretmenleri yüzünden yaşadıkları travmayı üzerlerinden atamamışlardı.

Öğretmenleri çocuklar üzerinde birçok işkence metodu uyguladığı için çocuklar öğretmenlerden korkar olmuşlardı.
Sınıfta oturduğum sandalyede iki elimi yüzüme koyup kara kara düşünmeye başladım.Her şeyi baştan almak zor olacaktı benim için.Çünkü bir elinin parmaklarını sayıp yedi sonucunu bulan çocuklardı öğrencilerim…
Her şey zamanla olacaktı…
Ve çabayla…
Şimdi,kuzucuklarım beşinci sınıf öğrencisi oldular.Boyları uzadı,kilo aldılar…
En önemlisi de kişilik özellikleri kazanmaya başladılar…
Bu yıl yine bir eğitim-öğretim dönemi içine girmiş bulunuyoruz.
Yani sadece kuzucuklar değişmiyor,okul da değişiyor…
*************************************************

Okuldaki öğretmenlerin tayinleri sonucu kadrolar boşaldı.İşin komik yanı;giden öğretmenler jet hızıyla evlendiler.Okulda bir uğursuzluk mu var?:))
Yenilik,minibüsümüzde de karşımıza çıktı.İlk sene minikkbüsümüz vardı,emektar…Öyle minikti ki,en arkada oturanın eli şoföre değebiliyordu.Sıcak ve sevimli bir araçtı.Sonrasında daha iyi bir servis aracıyla gitmeye başladık.Vitesinde her renkten oluşan lastikli tokalar,tavanında neredeyse başımızı örten danteller ve her bir yana sıkıştırılmış yapma çiçekler vardı.İkinci aracımızın kapıları keyfine göre açıldığı için bir kez kilitli kalmıştık arabada.Mahalle aralarında pencereden atlayışlarımız birçok kişi tarafından alay konusu olmuştu.Neticede kilolu arkadaşlar için hoş ve bir o kadar da zor bir anı olarak kayıtlara geçti.En son kapıyı açarken kapı kolunun elimde kalması sonucu şoförümüz yeni bir araç almaya niyetlendi.Şimdiki aracımız,temiz,güzel ve mutlu olmamız için kırmızı kılıflarla döşeli:)Bizi mutlu etmeye çalışan bir şoförümüz var,daha ne olsun??:)
*******************************************
Okulumuz için yapılan ihale sonucunda sınıflarımızın ve duvarlarımızın da yenileceğini öğrendik.Bu,hepimiz için gerçekten önemli bir haberdi.Öncesi ve sonrası diye fotoğrafladığımda farkı sizde anlayacaksınız:)
************************************************

Okulumuza İngilizce öğretmeni atandı.
Kendisi için hain planlarımız vardı fakat, aradığımızda “yoldan geldim yorgunum!!”cümlesini duyunca  aklımıza “oy tombulum tombulum,yoldan geldim yorgunum”şarkısı geldi,kikirdedik.Velhasıl,daha gelmeden mutlu etmeye başladı bizi…
Halbuki servis şoförümüz kendisini okul müdürlüğüne iyi hazırlamıştı:)
**************************************************

Geçen yıl okula giderken keçiler bizi karşılamıştı kapı önünde.Bu yıl onları da kaçırdığımızı fark ettik.
Onların yerine yere serili buğdaylar karşıladı bizi…
Köylüler kışlık hazırlıklarını yapmışlar,bizimde dönemlik hazırlıklarımız başladı…
Hepimiz için iyi bir yıl olması dileğiyle...
ilk üç resim:deviantart

1 Eylül 2010 Çarşamba

Yalnızlık...Ömür Boyu...


Öğretmenliğimin ilk haftalarıydı.Köyün havasından çok sessizliği ürkütmüştü beni.Bir şeyler vardı,farklı bir şekilde karşıma çıkacaktı.

Öğretmenler odasındaki dolaplardan birini seçtim kendim için.Sanki uzun zamandır el sürülmüyormuş gibi duruyordu.Dolap bile kendine küskündü,açılmıyordu.Bir kaç eski kitap ve araya sıkışmış bir resim buldum.Mezuniyet fotoğraflarından biriydi bu resim.Gülümseyen bir yüz,siyah fönlü saçlar ve mezuniyet giysisi.”Kim bu?” diye sorduğumda öylece kalakaldı herkes.Söyledikleri;”bizim buradan bir Habibe Öğretmen geçti”sözü oldu.Anlatmaya başladı bir öğretmen…
İmkansızlıklar içinde bitirilen bir okuldan sonra ilk atanma yeriydi,bu okul.Yalnız gelmişti,yalnız da gidecekti…Köyde lojman olmadığından, muhtar ahırdan bozma bir ev yaparak öğretmenin orada kalmasını sağlamıştı.Kırık dökük bir ev ve yalnızlık…
Kısa zamanda köy hayatına alışmıştı.Okuma yazma bilmeyen bayanlara yardımcı oluyor,öğrencilerinin hepsini ayrı bir hazla seviyordu.Maaşından ne kadar artarsa üç beş kuruş ailesine yollayarak onların geçinmelerine de yardımcı oluyordu.Her şey yolundaydı…
Ta ki…
Sabah öğrenciler her zamanki gibi merdivenlerin önünde sıralanmış,öğretmenlerini bekliyorlardı.Her zaman vaktinden önce okulda bulunan Habibe öğretmenden ses gelmeyince okul müdürü ve öğretmen arkadaşları evine doğru yürümeye başladılar…
Seslendiklerinde kimsenin ses vermediğini duydular.Kapıyı kırmak hiç zor olmadı onlar için…Ahırdan bozma bir ev ne derece sağlıklı olur bilinmezdi.Bilinmedi de…
Sobadan sızan gaz,uykusunda yakaladı onu…Yalnızlık ömür boyuydu.Ölüm bile yalnız bıraktı onu…Çocukların feryatları,kadınların acı çığlıklarına karıştı.Şuan 7.sınıfta okuyan Yusuf,öğretmeninin o dönemlerde ölümünü hazmedemeyip gelişim sıkıntısı yaşadı…Hala okuma yazma bilmiyor…İsmine ağıtlar yakıldı,köy ağladı.Dinledim öyküyü,ben ağladım…
Cenazesini köy halkı aralarında para toplayarak evine yolladı…
O günden sonra hiçbir öğretmen köyde kalmadı.
Geriye,seneler sonrasında karşıma çıkan resmi kaldı…
O da can acıttı...

Blogcudaki sayfamdan taşıdığım bu yazıdaki selamım,Eğitim-Öğretim yılının ilk gün heyecanını emek hırsızları yüzünden yaşayamayacak olanlara gitsin...
Ve zor şartlar altından öğretmenlik yapan meslektaşlarıma...
Saygıyla...
resim:deviantart