30 Nisan 2010 Cuma

Anneme tüm içtenliğimle...


Kalp atışlarını yanağımı sırtına yaslayarak dinledim.Hatırlarsın,okul yolunda dağa çıkarken sırtına bağladığın bebektim.

Ne güzeldi nefesin…Çıktığın her yokuşta varlığını daha da hissettirdin.Her solukta dağ çiçeklerini soludun.Nefesi çiçek kokan annemdin…

Ders esnasında müfettişten alınan kınama cezası bile beni yanından uzaklaştırmadı.Annesiz büyümekti senin kınadığın ve beni başkasının ellerine bırakamadın…

Yün yumaklarıydı oyuncaklarım,ördüğün patiklerle ısınırdı ayağım.Örtüm iplik,yatağım pamuktu sayende.Senle de oynardım,emekleyerek kapattığım kapıların arkasında saklanırdım.Sen kapı açıldığında canım yanmasın diye penceredeki demir parmaklıkları kıracak kadar inceydin.İnceldi inceliğinle parmaklıklar bir bir…

Çalışan annelerin çocukları erken büyüyormuş.Büyüdüm diyemeden büyüyüverdim.Zamanından önceki büyüklüklerle yük altında ezildim.
Yandan bağlı saçlarım,kot tulumumla eteklerine yapışırdım.Ben,eteklerinde büyüdüm anne…

“Büyüyünce asla öğretmen olmayacağım!”derdim.Öğrencilerine sevgiyle sarılırken kapı arkasından izlerdim.Ana sınıfındaki karnemin kıskançlık bölümündeki eksilerin sebebisin annem…Okulumda ben öğrenci sen öğretmendin.Okulu ev sandım,her yanlışımda beni savunursun diye aldandım.Umursamadın,yeri geldi kızdın,sevmiyorsun sandım.Öğretmen olduğumda anladım.Sevgi herkese eşit dağılıyormuş,beş parmağın beşi de birbirinden ayrılmıyormuş.Ellerinin serçe parmağıydım annem…

Birinci sınıfta sana hoş gözükebilmek için “Andımız”a kalktım.Bilmesem de bildiklerimi saydım.”Atatürk’ü severim,annemi de severim!”
Cümlelerimin ardından enseme dokunduran öğretmene ses çıkarmasan da,cesaretimin gururuyla merdiven başında sevgiyle sarıldın.Hala ona kin tutmuyorum sayende…
Yaramazlıklar tabloma bisiklet düşüşlerini de ekledim.Dizlerim kanadığında dizlik diktin bana.Sahi dizlik diken başka anneler de var mıdır?Ve o dizliği gülenler olsa da giyebilen çocuklar…

Bisiklet tutkum dilimin parçalanmasına sebep oldu.”Hebele höböle”lerimi,anlamsız cümlelerimi bile anlamlı hale getirdin uzun bir dönem.Ve canımı yakan bisikletimden uzaklaştırmak zorunda kaldın…

Büyüdüğümde annelikten başka bir anneliğe terfi ettin.Alzheimer olan anneannemin anneliğini yaptın.Sabrına hayran kaldım.Ona giden her adımın cennete koşar gibiydi,şaşırdım…

Gecenin bir vakti kalktın,öleceğini anlarmış gibi yanına gidip uğurladın.Ölüm de bile onları yalnız bırakmadın.Sen ne güzel şeysin annem…

Ana sınıfında “Baban ne iş yapıyor?” dediklerinde “köfte yapıyor”demiştim,güldürmüştüm herkesi.Soğuk yemek yemeyelim diye sırayla yemek yapmaya başlamıştınız.Mutfağa koşuşturmalarınız hala bitmiyor,okul sonrasında hala sofra hazırlanıyor okuldan gelen öğretmen kıza…

Hayatın rahatlığına alıştırdın,öğrettiklerinle geleceğe hazırladın.Emekliye ayrılamıyor anneler,anladım..
Güzel gülüşümü senden aldım ben,bana gülümseyerek güzel görünebileceğini öğrettin.Seninle kahkahalara boğulmak ne güzel!

Sinirini susarak belli edersin sen.Sahi,cadılığımı kimden aldım ben?
Bu sabah uykusuz kaldım.Yanımda yatmak istedin,kırmadım.Gece boyunca sevgi sözcükleri sayıkladın.Ellerimi sürekli tutarak”hala minicik ellerin”diye okşadın.Durup durup sarılmalarınla uykumu alamasam da sevginin doyumuna ulaştım…

Mutluluğum mutluluğun,mutluluğum mutluluğun olsun.Sana arkandan sarıldığımda ellerimin kavuşamayacağı kadar da kilon olsun:)Gençliğinde tüm anneler gibi 47 kilo olan annem:)
Çok seviyorum seni…
Tüm çiçeklerden daha çok…

27 Nisan 2010 Salı

Geçen günün özeti


İki haftadır demokratikleşmek için okul sonrası kurs alıyoruz.Ve artık bu kurs,kurs olmaktan çıkıp bizi çıldırtma seviyesine kadar ilerletiyor.

Gözlüklü bir amca.Kendini öğretmen olarak düşünüyor fakat bilgisayar ekranındaki yazıları okumaktan başka bir şey yapmıyor(du).
Okuldan sonra öğlen yediklerini anında sindiren midemiz açlıktan kıvranma kıvamına gelmiş,soğuk sandalyelere yapışan bedenimiz isyan durumlarında…
Dün arka sıralarda otururken,hiç değilse oyun oynayalım dedik.Adam asmacayı seçtik ortak olarak.Şarkıcı isimlerini bir bir sıraladık.En ilginç olanı bulmak için zihnimizde yolculuğa çıktık.Buraya kadar her şey normaldi.Ta ki ben Sagopaaaa Kajmeeeeeeeeeeeeeeeer diye bağırana kadar:)
Bilemediğim sanatçıyı son anda söylediğim harfle bulmuş,Sagopa Kajmer diye sınıfı inletmiştim.Ve ne yazık ki sadece öğretmen arkadaşlarım arkalarına dönerek bana tepki verdiler.Sahnedeki amca hala bir şeyler anlatıyordu beni hiç umursamadan.
Güldük,geçtik biz de…
Bugün amcamız kendine bir level daha atlatmış,oyununa heyecan katmak için bize bir anket dağıtmıştı.Ankette 16 soru var.16.cı soru arkada.Fakat anketin üstünde tüm soruları okuduktan sonra cevaplamamız gerektiği yazıyordu.Ben okumadım tabiî ki:)Halbuki amcamız bize ders vermek için yapmıştı bu anketi.Anketin 16. sorusunda sadece soy ismimizi yazmamız gerektiği yazıyordu.Soruları cevaplamayacakmışız yaniiiiiiiiii…


Öğretmen sınıfa sordu:
-Kim cevap vermedi kağıda?
"Beeeen"dedim:)
Ama sözüme devam ettim.
Kalemim yoktu hocam:)))))
Neticede diğerlerinden farklı olmuş oldum:)
Sahnedeki hocayı seyrettim.Fişini çekene kadar konuşacakmış gibi duruyordu.Evet,evet.Televizyon gibiydi sanki.Sınıftaki herkes kendi arasında konuşuyor,o da kendince bir şeyler söylüyordu.Hani misafirliğe gidildiğinde televizyon açık kalır;siz konuşursunuz ama bir yandan televizyonda da bir şeyler söylenir.Aynen öyleydi:)
Fişini çekesim geldi:)
Öğretmenlik gerçekten çok zor.Daha doğrusu kendini dinletebilmek…
Onun yerinde olmak istemezdim sanırım…
Ve birkaç gün daha devam edecek amcamız konuşmaya…
Ha işin en komik yanı ise,dersin sonunda imza kağıdına imza atmak için öğretmenlerin birbirlerine girmesiydi.Kurs “Demokratik Eğitim Semineri”ydi…
Bildiklerimizi uygulayabilsek ne hoş olacak…
Bu günün bir diğer güzelliği ise eteğime düşen çiçekler oldu.Kuzucuklar topladıkları papatyaları ve dağ lalelerini elim yerine eteğime koydular:)
Baharla birlikte ben de çiçekleniyorum…

23 Nisan 2010 Cuma

Rengarenk bir bayram


Sabah,servisimizde okulumuza doğru ilerlerken söyledim:
“Acaba Atatürk gibi kim düşünebilir?Kim çocuklara bu kadar güzel armağanı verebilir?
“Haklısın!”dedi arkadaşım.
Evet,köy çocukları hatta aileleri yaşabilecekleri en güzel anı yaşıyorlar bu bayram sayesinde…
Arabamız okula yaklaştıkça, okulumuzdaki renk cümbüşünü farkediyorum.Yeşil,mavi,beyaz,sarı,kırmızı…Renk renk şallar,tüller,kıyafetler ve şemsiyeler...Ve onların sahibi minik suratlar...
Ne kadar güzel görünüyorlardı bilemezsiniz…
Sanılanın aksine resmiyetten çok samimiyetin olduğu,etkinliklerin peş peşe sürdüğü,kahkahaların gökteki kara bulutları dağıttığı bir gündü bu gün.
İyiki var, 23 Nisan!
Sınıflar günler öncesinden süslendi.Yine bahar nezlelerinden,hapşırmaktan,öksürmekten kurtulamadığım için kuzucuklar yardım etti bana.Sınıfımızı süsledik.Balonlarımıza ismimizi yazdık,güldük,güldürdük birbirimizi…
Penceremize bahçe yaptık,kelebekler uçurduk,baharı getirdik camlarımıza…
Ve bu gün,çocukların emekleri heba olmasın diye dua ettik sürekli.Neyse ki bir şey olmadı.
Önce benim kuzular çıktı sahneye,başladılar en güzel oyunlarını sergilemeye.Hepsinin yüzünde gülücüklerle,oyunlarını harika bir şekilde sundular.
Mutlu oldum…

Sonrasında mini mini birler tavuk dansıyla,popo sallamalarıyla yüzümüzü güldürdüler.Seviyorum minikleri…


6,7 ve 8.sınıf kızları kendi hazırladıkları gösteriyi sundular.Oynayışlarını o kadar beğendim ki,oyunlarını bitirdiklerinde hepsini tek tek tebrik ettim.
Bir ara,çuval yarışı olurken aklıma Tellioğulları ile Seferoğulları geldi:)
Gülümsedim:)
Seyredenlerin büyük çoğunluğu bayandı.Genelde beni”gülümseyen hoca”diye hatırladıkları için yanıma gelmekten çekinmediler.Yine elektriğimi alırcasına yüzümü,gözümü sevdiler.Çocukların gösterilerini sunduğumuz için bize teşekkür ettiler.
Bayrama bir tek Ferdi gelemedi…
İneklerin çıkma zamanı olduğu için çobanlık yapması gerekiyormuş.
Kendi bayramını kutlayamadı yani…
Zaten diğer kardeşi de”Örtmenim bana kıyafet alma,babamın durumu yok.”diye beni üzen bir cevap vermişti.
Neyse ki kuzucuğu da oyuna kattım…
Protokole baktığımda”İmam,muhtar,bıyıklı bir amca(?),şoförümüz,müdür,müdür yard.”dan oluşuyordu.Önlerinde de öğretmenler odasındaki yapay bir çiçek:)
Biz küçükken bayramlarda sayılırdı;
Sayın Valim,Sayın Kaymakamım,Sayın Garnizon komutanım,Sayın Belediye Başkanım,sayın,sayın….
Ben saydım;altı kişiydi protokol:)
Neticede bir bayram daha bitti.
Tüm güzelliğiyle…
Arabada şehre doğru gelirken yoldaki renk renk balonları görüp"Şenay abiii(şoförümüz)bana balon alsanaaa!"dememle Şenay abinin arabayı durdurması bir oldu:)Bizim çok tatlı bir servis şoförümüz var:)
Bütün Dünya kuzucuklarının 23 Nisan Ulusal Egemenlik Ve Çocuk Bayramı’nı kutluyorum.
Nice güzel bayramlar geçirmemiz dileğiyle...
Aylardır yorgunum ve Newbahar kızacak ama yine hastayım:)
Bu yüzden dinlenmeliyim:)
Sevgiler…

17 Nisan 2010 Cumartesi

Sevginin Deney Hali:)

Blogspotta yazan bir arkadaşa yorum yaparken aklıma geldi bu yazıyı oluşturmak…



Hayatta sadece sevmek yeterli oluyor mu bir canlıyı,kuşu,otu,böceği?Ona verdiğin değeri sorumluluklarınla belli etmen gerekiyor...


Küçükken hayvanlara karşı özel bir ilgim vardı.Ama nedense sevgimi gösterirken farkında olmadan onlara zarar verebiliyordum.



Mahalledeki potansiyel tehlikelerden biriydim hayvanlar için.Sinekleri tutmaktan çekinmez,onların kanatlarını,gözlerini incelerdim.Ayaklarını birbirine sürterken onları taklit eder,etrafımdakileri güldürürdüm.Hatta kavgaya tutuşurken ellerimi birbirine sürter”ha haaa ıskaladın işteeee!”diye karşımdaki kızlarla dalga geçerdim:)

Sonra o sinekleri balık tutma aracı olarak kullandım.Evet küçük yaşta balık tutan kızlardandım ben de.Ama oltaya balık gelmesin diye dua ederdim.Gelmezdi de:)Sadece bir keresinde yanlışlıkla kurbağa tuttuğumu hatırlıyorum.



Balık demişken,bizim evde kocaman bir akvaryumumuz vardı.Babam balıkların tüm ihtiyaçlarını giderirken,ben sadece onlara su içinde takla attırabilmek için uğraşırdım.Cam bu yüzden benim parmak izlerimle dolu olurdu.


Bir gün evden ayrılırken babam balıkları bana emanet etti.İçinde balıkların su ısılarını ayarlayan bir derecenin olduğunu ve biraz sonra o fişi çekmem gerektiğini yinelediler.


O sırada oyuna kendimi kaptırdığımdan balıklar ile ilgili yapmam gerekenler sonradan aklıma geldi.Eve gittiğimde balıkların derileri kabarmış,su içinde fokurduyorlardı…


Zaten daha bana herhangi bir şey emanet etmediler…:)


Şuan gülümsememe bakılmasın,o dönemler uzun bir süre balık yiyemedim…



Mahallemizin çok sevimli bir kedisi vardı.Kediciğin yürüyemediğini fark edince üzerinde derin araştırmalar yaptım.Daha sonra ayağının kırıldığını buldum ve hemen çözüm yolları aradım.Her şey aklıma geliyor fakat nedense veteriner aklıma gelmiyordu.Eğer bir insanın kolu,bacağı kırılınca alçıya alınıyorsa,havyaların da alınır diye düşündüm.Fakat alçıyı nasıl oluşturacaktım?

Hemen koşup evde hamur hazırladım.Kedinin güzelim ayaklarına yapıştırdığım hamur,kuruduğunda çıkmadı.Kurabiye görünümünü andıran ayağından annemler hamuru çıkartıp,benim cansız varlıklar üzerinde deney yapmam gerektiğini söylediler.Çünkü aynı kediye daha önce de bir ilaç vermiştim…


Kedilerden şuan korkuyorum:)


Uzun bir süre de yerdeki ölü karıncaları toprağa gömüp mezar görünümü vermiştim.Bahçede minik tümseklerin olduğunu fark edenler yine benim bir şeyler peşinde olduğumu anladılar.Karıncaları ezmeden yürüyeyim derken düz yolda düşen de benim:)

Çocukluğumda bir şeyler garip gidiyordu.Ben hayvanları bu kadar çok severken niye bu kadar işkence çektiriyordum onlara?



Bir dönemler evimizin karşısındaki askeriyenin önünde bekledim durdum.Oradaki yavru Alman kurdundan biri benim olmalıydı.Nihayet bu çabamı da sonuçlandırarak o köpeğin sahibi oldum.Artık köpeğime çok iyi bakıyor,üzerinde hiçbir deney yapmıyordum.(Bulgur pilavı yedirme deneyi hariç:))


Tasmasını çıkardığım bir gün dolaşmaya çıkmış ve belediye çalışanları onu sokak köpeği sanıp öldürmüşler.


Aylarca ağladığımı hatırlıyorum…

Uzun bir süre hayvan beslemedim.


Zaten bir baktım büyümüşüm:)

 

Ücretli çalıştığım ilk köyde okulumuz oldukça küçüktü.Yerler tahta olduğu ve öğretmenler odasının camı kömürlüğe baktığı için fareler eksik olmuyordu okuldan.


Farelerden korkmuyordum fakat çıkardıkları sesler beni çok rahatsız ediyordu.Çocuklar da farelerden korkuyor,bir türlü ders işleyemiyorduk.


Minik hayvancık nedense çöp kutusunun içinde gezinmeyi daha çok seviyordu.Aniden oradan çıkıp beni ürkütür diye bir müddet çöpe bir şey atamadım.


Fareleri bir çok öldürme tekniği var ama nedense onlar bana çok kötü geldiği için çöpün içini su doldurmaya karar verdim.Hayvanlarla uğraşmaktan vazgeçtiğimi yinelesem de bu fikrimle öğretmen arkadaşlarım şaşkına döndünler.Çöpe su doldurarak öldürmek fikri bir tek benim aklımdan geçerdi herhalde…


Ertesi gün çöp kutusuna baktığımda iki farenin su üstünde yüzdüklerini gördüm.Biri diğerini kurtarmaya gitmiş olsa gerek.Ölmeden önce bana küfretmişlerdir,eminim bundan:)

Bir dönemler de kaplumbağa beslemiştim.Fakat nedense kaplumbağalar kısa süre içinde ölüyorlardı.En sonunda adını”Yaşasın”koydum.Cidden uzun bir süre yaşadı:)


Şimdilerde kendi öğrencilerime mümkün oldukça hayvan sevgisini aşılıyorum.Zaten onlar gün boyunca hayvanlarla iç içeler.Kimi zaman okula keçilerin uğradığı bile oluyor:)


Vu şunu iyi biliyorum ki hayvan sevemeyen insan da sevemez.


Bendeki büyük hayvan sevgisine küçükken denediğim türlü deneylerle biraz gölge düşürsem de,şimdi çok daha dikkatli davranabiliyorum.


Hayvanlarınızı bana emanet edebilirsiniz:)))

13 Nisan 2010 Salı

elmaya saplı bir küpe ve teftiş

Siz hiç böyle hediyeler aldınız mı?
*Üzerine bir adet küpe saplanmış kırmızı bir elma.(Önce küpe takılacak,ardından elma yenecek…)
*Gazete kağıdının içine sarılmış gazeteden kesilen harfler.(Karışık olduğundan “seni seviyorum”yazısını oluşturamadım.
*Sarı papatyalar.
*Birinci sınıflarla girilen iddia sonucu verdikleri çikolata.
*Masama konulan fakat Ferdi’nin dayanamayıp yediği portakal.
*İçinde hala saç tellerinin olduğu toka.
*Sürpriz yumurtadan çıkan,hatta parçaları birleştirip öyle sunulan bir adet oyuncak.
*Ben10 maketi.
*Bir tabak patates kızartması.(Köyde sevdiğimi bilmeyen kalmadı:)
*Üzerine kiraz resmi yaptıkları zarf ve kiraz kadar tatlı olduğumun yazılı olduğu mektup:)(birinci sınıflarla aram çok iyi:))
*Tahtadan oyulmuş beyzbol sopası????:)
*Papatya tacı.
*Dantelli iğnelik,lif,patik…
*Atik Ali kitabı.
*Üzerinde gülen suratların olduğu renkli tokalar…
Her zaman olmasa da ara sıra verilen hediyelerle benden çok onların sevindiğini görüyorum.
Mutlu etmeyi bilen çocuklar yetişiyor.
Bugün müfettiş amca sınıfımızı teftişe geldiğinde de ellerinden gelen tüm çabayı sarfettiler beni mahcup etmemek için.Ortada can sıkıcı bir durum yaşanmayacaktı elbette ama benim yüzümün asık olmasına dayanamıyorlar.
Sınıfa kapıyı vurarak girmesi onları şaşırtmış olacak ki hemen bana sordular “neden direk içeri girmedi?”diye.Buranın benim sınıfım olduğundan bahsederek Atatürk’ün bununla ilgili anısını anlattım.
Sorular soruldu,cevaplar verildi.Müfettiş amcamız haklardan bahsederken kendi cep telefonuyla ilgili sorun yaşadığından bahsetti.Benim bilmiş kuzucuğum söz alarak”bakkalcı amca almadıysa Tükoder’e gitseydiniz müfettiş ürtmenim!”dedi.
“Tükoder miiii?”diye şaşkınlıkla baktı müfettiş.
“Evet tüketiciyi koruma derneği orası.Bence gitmeliydiniz”dedi.
Müfettiş bir şey diyemedi.:)
Neticede bir dönemin teftişini daha bitirmiş olduk…
Günün bana en güzel anısı elmaya saplanmış bir adet küpe oldu…
Diğer teki de portakala saplı olsa gerek
Heyecanla bekliyorum:)
Bu arada beş altı öğretmen köy yürüyüşü yaptık bugün,iyi geldi…

11 Nisan 2010 Pazar

Ortaya karışık

Dedemsiz bir evdeyim bu hafta.Karşımda anneannemin kırmızı yanaklarıyla gülümsediği o güzel resim,etrafımda dedem öldükten sonra yerini dahi değiştirmediğimiz eşyalar…
Oturduğumuz evde büyük bir tadilat olunca mecburen diğer evimize geldik.Bu sayede geçmiş kokan resimlerin arasında tebessümle vakit geçirdik.Baktığım her eşyada yaşam sevincini gördüm.Modern ve alaturka iç içe.Bir yanda bakır bir havan,diğer tarafta mutfak robotu…
Geçmişin izlerini taşıyan siyah-beyaz resimler…
“Giden gidiyor!” diyor eşyalar,geriye yok olmaya mahkumları bırakarak…
Doyumsuzlukların içindeki bu masum evi görünce isteklerimi azaltmaya karar veriyorum…
**
23 Nisan yaklaştıkça çocukların içini sevinç kaplıyor.Bu yıl onlara güzel bir ront hazırladım.Aklımda onlara şalvar giydirerek bir etkinlik yaptırmak vardı ama alacağım şalvarları dışarıda giyemeyecekleri için cici etekler almaya karar verdim.Bu sayede beden eğitimine bile önlükle gelen Zeynep’imin bir eteği olacaktı…
Hafta sonu pazara çıkarak çoraplarını ve üzerine giyecekleri kıyafetleri aldım.Etekleri için terziden pileli ve kurdeleli etek dikmesini istedim.Her şey güzel olsun istiyorum.Olur değil mi?
**
Televizyon reklamları dizilerden daha çok izlenir hale geldi.Kimi reklamlar insana “yeteeeeer”dedirtirken kiminin yaratıcılığına hayranlıkla bakıveriyor insan…Benim kuzucuklar da reklamdan her türlü faydalanıyorlar.Misal;Türkçe dersinde “Sanat Eğitimi”adlı etkinlikte ‘eser’kelimesini cümle içinde kullanmalarını istediğimde Ferdi”Eser kalmadı kirden!”diye yazdığında gülümsemeye başladım.Kendince haklıydı…
Müzik dersinde”ürtmeniiiim süper bi şarkı sölicem”diye yerinde duramayan kuzucuğu kaldırdığımda”Kızım sana mondiii alayım mııı?”diye söylemeye başladı,işin ilginç tarafı sınıf toplu halde kıza eşlik ettiler
Reklamlar içlerine işliyor.Sınıfımın en umursamazı Trafik dersinde sadece bilinmeyen numaraların ismini bildi.Neden acaba?:)
**
Karışık bir yazı olduğunun farkındayım.Malum evde olmayınca konsantre olamıyor insan:)Bari olmuşken bir tane de film yazayım.
Zindan Adası…
Merak edenler http://www.sinemalar.com/film/20904/Zindan-Adasi/’na bakabilirler.
İzlenebilir bir filmdi bana göre…
Herkese mutlu günler.

4 Nisan 2010 Pazar

Kaçış

"Yıldızları süpürürsün, farkında olmadan,
Günes kucagındadır, bilemezsin.
Bir çocuk gözlerine bakar, arkan dönüktür,
Cigerinde kuruludur orkestra, duymazsın.
Koca bir sevdadır yasamakta oldugun, anlamazsın.
Uçar gider, kossan da tutamazsın..."


William Shakespeare










Hayattan kaçışlarla hayatı kaçırdığının farkında olamayan insanlar değil miyiz?


İşten,eşten,yalandan,dertten,kimi de kabul edemediği gerçekten kaçar.Ya da kendimizden…


Kaçışlarımızın çoğunda vurup çıktığımız kapının rüzgarıyla kendimize geliriz.Fark etmemizle öfkemiz arasındaki farka pişmanlık deriz.


O an yanımıza aldığımız bavulun yükünün ağır içinin boş olduğunu fark etmeyiz bile.Kendimizden kaçışların aslında nerede olursak olalım bizi yalnız bırakmayacağını bilmemezlikten geliriz.


Öfkelerimiz yüzünden hayatın geri kalanını göremez gözlerimiz.Hayatta her zaman memnun etmek zorunda olduğumuz bir güneşin,yüreğimize dokunduğumuzda içimizde habersiz çalan iki sesli bir ezginin hakkı vardır.Güneş;yaşam,kalp;hislerimizin anahtarıdır.


Hayatımızda yaşadığımız kaçışlar farklı yönler değil,aksine ilk kaçtığımız ana eklenen mesafelerdir bana göre.Mesafe arttıkça gerçeklere yaklaştığını hisseder insan.Kimi bunu başarırken,kimi ne kadar uzaklaşsa da çözümün aynaya bakmak kadar kolay olduğunu düşünemez.Bilinmeyenli denklemlerin içinde boğulmaktansa en basit çözümü gerçekleştirir insanlar;kaçarlar…


Çözüm müdür kaçmak?


Düğümlerin kaçını rüzgar açabilir,ona dokunan bir el olmadıktan sonra?


Rüzgarın sonsuza götürmesini beklemeden yol almalıdır insan kendine.Çünkü,çözdüğü her düğümün rahatlığıyla bir adım daha yaklaşır huzura.


Sorun eğer yaşanılan ortam veya insanlarla ilgili ise ve kendi adıma konuşmam gerekirse uzak kalmayı tercih ediyorum.Beni üzebilecek ne varsa uzak kalmak…Kendi münzeviliğime yol almak…


Ve bu yalnızlığı bazı anlarda tercih ettiğim için mutlu olabiliyorum.Başkasının masallarını dinlemeye biraz ara vererek kendi gökkuşağımın soluk renklerini tekrardan boyuyorum.


Herkesin kendine ayıracağı bir zaman olmalı.Bu sayede huzursuzluklar dağına kaçmaktan vazgeçip kendi şehrindeki yıkık kaldırımları onararak hayatına yol alanların yürümelerine fırsat verebilir insan…

1 Nisan 2010 Perşembe

Yaşamak...


Rehberlik dersinde öylesine sorduğum sorulardan biriydi;Gelecekte nasıl bir yerde yaşamak istersiniz?



Cevaplar ilginçti…

Sorduğum soruya önce maviş gözlerini gözüme diken kuzucuk cevapladı:

“Ben köyde yaşardım yine öğretmenim.”


“Niye?”der gibi baktım gözlerine ve devam etti:


“Babaannemin mezarlığı burada,annemin burada…


Hemen kuzular kikirdediler.


“Ya örtmenim bu şimdiden öldürdü annesini!”


“Ama ölmeyecek mi?”

Sessizlik…


Çobanın yanlış bilmiyorsam 14.cü çocuğu cevapladı:


“Bunu bilmek zor değil sanırım.Ben bir başka dağda,bir başka ineğin peşinde olurdum…”


Söylediklerinde çok haklıydı.Ailesinin ondan haberi olmadan büyüyen o sıska kız,yine fedakarlığını yitirmeyecek,yine annesinin doğurduğu bilmem kaçıncı çocuğa bakıcı olacaktı…


Bir diğeri yeni şehirler görmek istediği için,köyde kalmanın anlamsız olduğundan bahsetti.Hemen diğer kuzucuk”Ya öğretmenim başka şehirde yaşaması için ekonomik olarak iyi olması gerekiyor.Para olmadan nereyi gezecek?Hem ben köyde kalırdım.Paramı biriktirip canım istediğinde gezer,yine gelirdim…


Onların verdikleri cevapların çeşitliliği beni mutlu ediyor.En azından küçük köyde farklı fikirlere sahip çocukların var olduğunu biliyorum.


Sıranın altıyla oynamaktan çok zevk alan utangaç kuzum parmağının yarısını sıranın altından kaldırıyor:


“Öğretmenim ya,ineklerle haşır neşir olmaktansa deniz kenarında öylesine yürürdüm.Düşünsene hayatın ineklerin içinde geçiyor.İnek gibi olursun…”


Gülüşmeler…:)


Bir tanesi olaya daha farklı yaklaşıyor:


“Büyük şehirlerde deprem oluyor.Oraya gitsem depremden korkarım.Diyelim oldu,benim evim yıkıldı.Yazık olmaz mı bana?:)”


“Yeşil olan yerde yaşardım öğretmenim,mesela Yalova’da.Gökyüzü buradaki gibi orada da mavidir.İstanbul’da gökyüzü sanki gri öğretmenim.Akşam yıldızları seyrederdim.Gündüz de sevdiğim işle uğraşırdım”diyor,yeşil aşığı Ömer…


Hayatta arzuladığımız,istediğimiz şeyler yaşamımızın bir parçasıdır aslında.Haberdar olduklarımızı diliyoruz,bilmediklerimizi arzulamak gibi hiçbir kaygıyı içimizde taşımıyoruz.Onların büyük bir şehri arzulamaları için oraları görmeleri,olanakları hakkında bilgi sahibi olmaları gerekiyor.Evin içindeki rutin fakat mutlu hayat onlar için bulunmaz nimet oluyor.Bu yüzden köy okullarında yetişen çocuklar asi olmak yerine azla yetinebilen bireyler haline dönüşüyorlar.

Nöbet sırasında top peşinde koşan çocukların mutluluğunu görüyorum.Kimi oyduğu tahtadan topaç yapmış çeviriyor,kimi kütüphaneye gelen yeni kitabı hem kokluyor,hem yüksek sesle okuyor.Neredeyse çoğu ev içinde aile problemleri olsa da yansıtmayacak kadar olgun davranıyor.

Dünya haberlerini aldıkları o minik televizyon,onları köye daha çok bağlıyor.Duydukları ekonomik sorunlar,cinayet,cinnet haberleri,yoksulluklar,anlamsız diziler yüzünden köy dışındaki hayatın hep öyle sürdüğünü sanıyorlar.


Çoğu okuyup tekrar köye dönmenin hayalini kuruyor.


Şimdiden annesinin mezarını yalnız bırakmayı istemeyen çocuk ne kadar da masum olduğunu gösteriyor…


Kendimi düşünüyorum.Ben huzurumun yitmeyeceği yerde yaşamak isterim.Evimdeki gibi,huzur ve sağlıkla…