28 Ekim 2010 Perşembe

Ömür Dediğin...

Parmaklarım tuşların üzerinde,ekrana bakakalıyorum.
Yazacak çok şey var,fakat yazmak da istemiyorum.
Hayat devam ediyor;dayımsız...
Hep güzel şeyleri hatırlayıp gülümsüyorum...
İYİ olmalı insan!!
İyi anılmalı...
Ve ben onu hep iyi anıyorum.
Şuan bloga yazmak oldukça anlamsız benim için.
Uğramayabilirim.
İyi baksın kendine herkes.
Bu arada,dert etmesin ufak şeyleri.
İyi olsunlar sadece...
Kuzucuklarım iyiler,onlar da sus pus oldular halimi görünce...
Masama doldurmuşlar ellerindeki yiyecekleri,dayanamıyorlar bana...
Neyse...
Öyle işte...
Sevgiler...

23 Ekim 2010 Cumartesi

Sıcacık Bir Hediye:)



Serinliği iyiden iyiye hissetmeye başladığımız bu günlerde üzerimizde ince katmanlar oluşturacak kıyafetler giyiyoruz..Mevsim kış ise eğer katman daha da kalınlaşıyor. Özellikle üzerimdeki montu,bereyi,atkıyı,eldivenleri,kulaklıkları ve sayamadığım nice ağırlığı çıkarırken askılığın yanındaki sandalyeye yığılıp kalıyorum:)

Bildiğin topaç oluyorum.Yani kışın okulun bulunduğu tepeden birisi parmağıyla dürtse aşağıya doğru yuvarlanmakla kalmayıp,koca bir kartopu haline dönüşebilirim.
Kardan ezgiler:)
Öğretmen arkadaşım kışın dikey pozisyondan yatay pozisyona geçince çok gülmüştüm:)O kadar dik yürüyordu ki düştüğünde dizlerini kırmadan kara uzanıverdi:)Ağırlığı tutturamadı:)
Sonbaharın benim için en önemli aksesuarı renki fular ve şallardır.Öyle ki,pazarlarda tezgahların üzerindeki güzel fularları gördüğümde dayanamayıp aldığım anlar çok olmuştur.
Kırmızı,pembe,mor,lacivert,yeşil,beyaz…
Köyde kullanırken teyzelerin”hiii,üşüttün mü,kıyamam,yazık boğazını da sarmış:)”cümlelerini duysam da kullanmaktan vazgeçmiyorum.Hoşuma da gidiyor aslında muhabbetleri.Açıklamasını yapıyorum.”Eee sana oyalı yazma verelim de bari onu sar.”diyorlar…
Okuma yazma öğrettiğim bir teyze şehre inerek benim için bir fular almış:)
Gel de sevinme!!:)
Ne garip bir orta yolu bulamıyorum.Hüznü de sevinci de zirvesinde yaşıyorum:)
Neticede mutluyum şimdilik:)
Güzel bir hafta sonu olsun herkes için…

21 Ekim 2010 Perşembe

Çocuk...


Çocuk olmak zor buralarda…

Hele dağların tepesindeki o evde yaşıyorsan…
Evde ne Heidi’nin evi gibi şirin bir yer ne de çatı katında yumuşak yataklar var.
Belki yirmi,belki de daha fazla nefes,yürek,can…
Nöbetleşe gidilen çobanlık sırası Ferdi’de..
Ferdi benim öğrencim…
Hayvanların birbirlerine saldırısını görüp,ayırmaya çalışmış.Gelen boynuz darbesiyle sağ gözünün hemen altı yırtılarak kana karışmış.Yüzünü çevirmese gözünden olacağını anlattı bana bu gün…
Ben okul sonrası kurs ile cebelleşirken dışarıdan beni seyrettiğini gördüm.Dersi bırakıp koştum yanına.O haldeyken çıkmış gelmiş yanıma…Sevindim…Yüzünün halini gördüm sevincim yarım kaldı…
Açılamayan mor bir göz,özensiz bir yapılan pansumanla kapanan yara…
Ailesi ile karakola ifade vermeye gittiklerini anlatıyor küçük kardeşi.”E şimdi ineği mi sorguya alacaklar?”diye soruyor bana…Kendimi tutamayıp gülüyorum…
Ah be çocuk!
Keşke baban kendini sorgulasa,olmasa bu kadar çocuk!
Yoksa yaş değil,kan akacak boncuk boncuk…
Ve akmış akacağı kadar kan gözlerinden…
Gezdiğim tüm velilerden sonra en son onların evine gideceğim…
Dağın tepesindeki o ev…
Ve içeri giremeyeceğim…
Girmemi isteyen fakat mahcup bir yüzle gözüme bakan veliden sonra…
Kapıda tahtaların üstüne asılı çamaşırların yanında sohbet edeceğim biraz…
Belki kapı önündeki çeşmeden bir su içeceğim…
Boğazımdaki düğümün açılmasını sağlayacak…
Kimbilir
Belki…

20 Ekim 2010 Çarşamba

MİM'lerin İçinden...

Okul tahmin ettiğimden daha fazla yoruyor bu aralar...Kuzuluktan ejderhalığa geçiş yapan öğrencilerim bunda büyük rol oynamakta.
Sevgili "Kiraz çiçeği"ve "Kendimce"sayfalarındaki soruları benim de cevaplamamı istemişler.Yeni yazma fırsatı bulduğumu bildirip,tekrar teşekkür ediyorum:)
İlk soruyu cevaplayayım:
"Düşünün, hayatta istediğiniz herşeyi elde etmişsiniz.Maddi olarak durumunuz iyi.Etrafınız, sizden övgüyle bahseden insanlarla dolu. Bu durumda ne yapardınız?"
İnsanların yaşamları boyunca beklentileri bitmez.Elde ettiklerini sandıkları birçok şeyin yanında,ne kadar eksikliklerinin olduğunu fark edemezler bile…
Yazıyı yazarken dönüp abime ve babama baktım.(Annem dayımın rahatsızlığı nedeniyle İzmir'de.İyi haberler getirsin diye umutla bekliyoruz...)
Gülümsedim...Abim"kuzuu hiç bana bakma kalkamam yerimden"dedi:)Ondan bir şey isteyeceğimi düşündü sanırım:)Halbuki onların yanında olmaktan ne kadar mutlu olduğumu düşünmüştüm...
Yaşımdan,yaşamımdan,işimden,ailemden,yüzümden,benliğimden,kazandığım paradan,yaptığım ev alışverişlerinden,veli gezilerinde sırf seviyorum diye gittiğim her evde yapılan patates kızartmalarından,kuzulardan,gülümsememden,sevdiklerimden,dostlarımdan,köyden,isyan noktalarında geldiğim okul sıkıntılarından...
Aslında hayatımdan çok memnunum...
Övgü beni utandırır fakat tanıyan,tanımayan dostların içten sözleri beni gerçekten mutlu ediyor...
Bu yüzden isteyen istediğine sahip olsun;benim ise birkaç dileğim var onlar da gerçek olursa her şey çok güzel olacak:)

İkinci mim ise en fazla okunan 5 yazım ile ilgili;

5)Ben ve Geçmiş

4)Sevginin Deney Hali

3)Yanayım Yanayım

2)Anneme Tüm İçtenliğimle

1)Yalnızlığın İlacı Bir Tas Şeker

"Sevginin Deney Hali"ni okuduğunuzda benim bir canavar olduğumu lütfen düşünmeyin:)Küçüktüm,ufacıktım:)))



18 Ekim 2010 Pazartesi

Ejderhanı Nasıl Eğitirsin?:)

Özellikle karakter isimlerine güldüğüm bu animasyon filmi içinde hala çocuk ruhunu barındıranların da keyifle seyredebileceğini düşünüyorum.Bu aralar öğrencilerimi ejderha gibi hissediyorum:)
Kararlıyım,eğiteceğimmmmmm:))

EJDERHANI NASIL EĞİTİRSİN?
"Cressida Cowell'ın romanından uyarlanan film, iri yarı Vikinglerin ve vahşi ejderhaların efsanevi dünyasında geçiyor. Ejderha savaşının bir yaşam tarzı olduğu Berk adasında yaşayan bir genç, yaralı bir ejderhayla karşılaşır ve dünyası alt üst olur. İkili daha sonra iyi arkadaş olacaktır."
Hadi siz de izleyin:)))

15 Ekim 2010 Cuma

Ziyaret...


Evde ders çalışmasını seviyor mu? Uyarılmadan derse başlıyor mu?

Köyün yüz metre uzağında,çamurlu yollarının bir örneğini daha göremediğim evin sahibi…
Yollarda yürürken batmayayım diye önüme konulmuş birkaç taş parçası…
Tahta bahçe kapısının gıcırtısıyla eve misafir geldiği anlaşılıyor.
Eve giriyorum;görebileceğim ikinci kapı evin giriş kapısı oluyor.
Kapı yok;kapısını kapatacağım bir oda olmadığı için…
Ev olsa belki ders çalışmayı sevecek…Bu yüzden okul sonrası kurslara katılıyor…


Ödevini yaparken yardım istiyor mu?
Babasıyla senede birkaç zaman geçiriyor.Anne okuma yazma bilmiyor…”abla”bulaşık yıkıyor,”abi”ev geçimine katkıda bulunuyor.Anne hiç vakit kaybetmeden doğurduğu bebeğini emziriyor.
Ses yok…Yardım da…


Kaç saat televizyon izliyor?
Okul sonrası sobanın yanındaki minderin üstüne attığı ağır çantasını kurutuyor.Dışarı çıkıyor.Oynayabileceği kimse yok…Eve geliyor,evin en üst köşesinde olan televizyonu başını yukarı kaldırarak hayretle seyrediyor…
İzliyor,izliyor,uyuyor…Tek eğlence sihirli kutu oluyor…


Düzenli kahvaltı yapıyor mu?
Odaya girdiğimde yere hazırlanmış bir sofra karşılıyor beni.”Hoca,bunu da ye,bak daha çay da yapacağım!”diyor…
“Anneeee,hayır sarımsaklı şeyler koymaaa,öğretmenim okula gidiyor,öğretmenim güzel kokuyor!”diye uyarıyor annesini…
Sabahları okula gecikecek diye kahvaltı yapmayı ihmal ediyor…
Zeynep mi?...


Evli olan abisinin kaçırdığı başka bir kız yüzünden ev karşışıyor,kızın annesi suçsuz olan Zeynep’in annesine saldırıyor.Kimse duyamıyor…Evleri köyden çok uzakta olduğu için çocuklar bir gün boyunca yemek yiyemiyorlar…Beşinci saat gözleri kayıyor…
Düzen,kahvaltı,hayat…Birbirine karışıyor…


Evde sağlık ve temizlik kurallarına dikkat ediyor mu?


Bir başka kadının çocuğu hakkında konuşuyor veli:
Ya o kadın çocuğunu ayda bir yıkıyor!Kokacak kız,ben haftada bir yıkıyorum…
Haftada en az iki kez yıkanacağından habersiz,eleştiriyor herkesi…
Sınıfın yarısının diş fırçası ve macunu yok.O konuya hiç girmiyorum bile…


Yaptığım veli ziyaretleri hayatıma çok şey kattı…
Görmek istemediğim çok şeyi gördüm…
Şimdi hem çok yorgunum,hem de hasta…
Keyfim de yok…
Dinlenmek istiyorum…

10 Ekim 2010 Pazar

Aşk dediğin...?




Nedir aşk?
(Düşünürken şarkıyı da dinlemeli:))

9 Ekim 2010 Cumartesi

Mavi cumartesi...


Cumartesi;
Sabahın gülümseten güneşi,
Pazardaki amcanın "ben de burdayım!"diye çıkardığı tok sesi,
Sınıfımdaki dökük sıraların yüzüne örtmek için binbir emekle aradığım mavi örtüler,
Ve keçeli kalemler...
Duvarları çiçeklendirmek için aldığım stickerler,
Bol köpüklü bir kahve,
Anneye sarılarak geçirilen bir saatlik uyku,
Bahçeden toplanan yeşil cevizlerin içini açtığımda yaşadığım mutluluk,
Öğretmen dostumla yapılan sıcacık sohbetler
(Öğretmen atasözler ve deyimlerden bahsederken "Düşenin dostu olmaz."der.Sevimli kuzucuğu"Haklısın be öğretmenim,babam traktörden düştüğünden beri bir tane dostu olmadı:))
Ve buna benzer onlarca hikaye...
Akşama hazırlanan güzel bir sofra,
Ve internet:)
Özetle ben nasıl mutluysam öyle geçiyor...
Yarın da güzel olsun hepimiz için...
resim:deviantart

4 Ekim 2010 Pazartesi

Unutkanlık mı,dalgınlık mı?


Herkesin unuttuğu bir şeyler vardır hayatında.Çünkü unutkanlık yaşamımızın bir parçasıdır.Bu durumu başlı başına bir konu olarak düşündüğümde dalgınlık ve takıntının buna bağlı fakat kendi içinde ayrı birer maddeler olduğunu düşünüyorum.

İlerleyen yaşlarda daha sık rastlanan unutkanlık,hastalık haline dönüşerek kişiyi ve çevresindekileri olumsuz yönde etkiliyor.
Daha önce sayfamda takıntı ile ilgili birkaç yazı yazmıştım.Unutacağımız korkusu içimize o kadar yerleşmiş ki birçoğumuzun birbirine benzer takıntıları olmuş.
Dalgınlık ise dikkatin dağılmasının bir sonucudur.Bazen derin düşüncelere dalma durumu olarak nitelendirilse de farklı türlerde karşımıza çıkabiliyor.
Bu durum kimi zaman felakete yol açarken kimi zaman da kahkaha atmanıza neden olan anılar haline dönüşüveriyor.
Gülümseten anılarımdan bazıları aklımda:)
*Herkes çantasından bir şeyleri unutur masada,markette ya da uğradıkları herhangi bir yerde.Bense kendimdeki hafifliği zaman sonra anlayıp,çantamı unuttuğumu fark ettim:)
*Annem öğretmenken dalgınlığından okula ekmek çantasıyla gitmişti.Uzun süre evde esprisi olan bu olayın başka bir versiyonunun başıma geleceğinden habersizdim.Ben de ev terlikleriyle okulun yolunu tutmuştum:)Neyse ki erken müdahale ile durumdan kurtuldum:)
*En felaketi ise diş macunu yerine babamın tıraş köpüğü ile dişlerimi fırçaladığım o unutulmaz sahnedir.Niye benzer ki dışları birbirlerine?!!(savunma mekanizması)
*Eğlenceli bir arkadaş toplantısında yenilen yemekler sonrası sofra toplanır.Tabakların toplanmasına yardımcı olacakken mutfak yerine banyoya gidilir ve aynaya bakıldıktan sonra kısa bir şoka uğrayarak hemen oradan uzaklaşılır…
Yazdıkça kendime gülüyorum.
Bir tek ben değilim dalgın değil mi?:)
resim:google,görseller

1 Ekim 2010 Cuma

yani...



Ezgi yorgun,fakat
sevdiği dostunu mutlu ettiği için,
Dostlarını sevdiği için,
Veli toplantısından iki gün sonra iki veli geldiği için,
Cuma olduğu için,
Ekim ayının güzelliği için,
Harika haberler aldığı için,
Annesinin kuzusu,kuzularının annesi oldu için,
Öğle arasında öğretmenler odasında sıcak lavaş ve peynir yediği için,
Huzurlu ve sağlıklı olduğu için,
mutlu...
Size de mutlu bir hafta sonları diliyor...
Ha isteyip de olduramayanlar varsa,
çalan şarkıyı onlara armağan ediyor...
Yani;
Sevgiler:)